Karargah umumi fotoğrafçısı Burhan Felek cephede
Karargah umumi fotoğrafçısı Burhan Felek cephede
Araştırmacı yazar Mustafa Onur Yurdal, HİBYA'ya yaptığı açıklamada, birçok kişinin Burhan Felek'i gazeteci kimliğiyle tanıdığını, esasen hukuk mezunu olup, 1. Dünya Savaşı esnasında Başkomutanlık Vekaleti Karargahı'nın fotoğrafçısı olarak görev yaptığını anımsattı.
Çanakkale Muharebeleri 'nin sona ermesiyle, müttefiklerin yarımadayı tahliye etmesiyle Felek'in Gelibolu Yarımadası'na gelip, harp sahasını fotoğrafladığına işaret eden Yurdal, ''Aslında bugün Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) arşivinde bulunan Çanakkale fotoğrafları, Harb-i Umumi Panoraması adıyla Osmanlı sınırlarında Müdafaa-i Milliye Cemiyeti yararına satılan fotoğraf albümündeki tahliye sonrasını gösteren resimleri Burhan Felek karargah umumi fotoğrafçısı sıfatıyla kendisi çekmiştir. Bu albümlerin 10, 11, 13, 14 ve 15 numaralı olanları Çanakkale cephesi fotoğraflarıyla hazırlanmış ve hepsi tahliye sonrası çekilenleri içeriyordu.'' dedi.
Albümlerin Almanya ve diğer itilaf devletlerinde daha çok satıldığını aktaran Yurdal, ''Burhan Felek, Çanakkale cephesinin fotoğraflarını 1 değil, 2 kez çekmiştir. 1916 yılında Vatikan'ın talebi üzerine yarımadaya gelerek müttefiklerin mezarlıklarını fotoğraflamıştır.'' bilgisini verdi.
Onur Yurdal, Burhan Felek'in, Harb-i Umumi Panoraması'nda yayımlanan fotoğrafları çekme hikayesini şöyle anlattığını kaydetti:
''Sene 1915'in ortaları. Umumi karargahta fotoğrafhane yoktu. Ben de orada efradın konulduğu odada emre amade dururken, itilaf devletleri, Çanakkale cephesini, yani Gelibolu Yarımadası'ndaki kanlı harp cephesini bırakıp, sessiz sedasız terk edip, kaçtılar. Bu, Türkiye için büyük bir zafer oldu. Tahliyeden sonra bizim fotoğrafçılık işi başladı. Bana 2. Şube emir verdi, 'Gidip cephenin hali hazırını, siperleri, harp ganimetlerinin olduğu gibi fotoğraflarını çekeceksiniz.' Benimle birlikte gözlüklü Kenan adında bir fotoğrafçı arkadaşımız daha varmış. Ben farkında değildim. İkimiz hastane vapuruyla denizden Akbaş İskelesi'ne sevk edildik. Bu iskele, Çanakkale cephesinin iskelesiydi. Bizim hastane gemisiyle seyahat etmemiz de tehlikeliydi. Çünkü Marmara'da düşman denizaltıları cirit atıyordu. Neyse, kazasız belasız Akbaş İskelesi'ne çıktık. Akbaş'a çıkar çıkmaz, bizi sahilde, ganimetleri tasnife memur edilmiş Yüzbaşı Fuat Bey adında şeker gibi tatlı bir istihkam subayının yanına götürdüler. Burada 'götürdüler' sözü o kadar rahat bir seyahati ifade etmez, çünkü tek atlı bir yük arabasının içine bindirdiler. Arabada minder yerine kuru ot doluydu. Her yer top mermileriyle delik-deşik. Bizi sevke memur bir yedek subay, bir de arabacı vardı. Bu yedek subayı, arabacı nefere karşı olan muamelesi bakımından hiç beğenmedim. Adamı birkaç defa kamçı ile dövdüğüne şahit oldum ve itiraz ettim. Ama cephede bir muharip zabite söz anlatmak zordu. Bir defasında adamı öyle bir dövdü ki dişleri kilitlendi ve şok geçirdi. Bizim subay, adamın ağzına, kasaturasını dişleri arasına sokarak açtı ve su içirdi. Harp yalnız insanların birbirini öldürmeleri yüzünden değil, insanların insanlığını ve merhamet duygularını kaybetmesi bakımından feci ve evrensel bir dramdır.
Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.