Kapıyı kapattım ve evden çıktım. Bu evden son çıkışım olduğunu hisseder gibi kapı önünde duran turuncu terliklerimi düzelttim. İzim kalsın istedim, beni hatırlatsın istedim.
Eşyalarımı bir defada götürebilmem imkânsızdı. Tekrar almak için gelmeyecek ve gönderilmesini isteyecektim. Bir mandalla ucuna iliştirilmiş gibi hissettirildiğim bu hayatın gerdanına yerleşmekti artık hayalim. Özgürlüğü, boyun eğmemeyi, hatalarımın sonuçlarını kabul etmeyi seçmiştim sonunda.
Kıyafetime uygun olarak almadığım kol çantamın içinde anahtarları ararken elerim titriyordu. Avucuma aldım, gözyaşlarımla ıslanan anahtarlığı terliklerimin üzerine bıraktım. Şehrin tenhasında kalan sokaktan, merkeze doğru yürümeye başladım. Her köşe başını döndüğümde çam ağaçları azalıyor, insanlar çoğalıyordu. Kalabalığın git gide artarak üzerime gelişi bu sefer beni rahatsız etmiyordu.
Sanki bu dünyaya kirli gelmiş gibiydim. En son ne zaman masumdum hatırlamıyordum. Ne zaman kaygısız telaşsızdım hiç bilmiyordum. Hayat akıyor gidiyordu ben de içinde kayıyordum. Kulağıma fısıldandığından beri benim seçmediğim bir ismim vardı. Belki başkalarına göre yanlış olan niyetlerim, hayallerim, bütün gün aklıma gelenler vardı. Bazen attığım adımları hesaplarken bulurdum kendimi, yürürken sanki boşlukta gibi. Amaçsız kimsesiz tek başıma yürür gibi. Ne kadar becerebiliyordum yaşamayı? Hakkını verebiliyor muydum aldığım her nefesin?
Şimdi ucuz bir otel odasında sabah yediğim peynir ve poğaçanın tokluğunu düşünerek uyumaya çalışıyorum. Çok yorgunum! Dinlenmek için uğradığım her durakta daha çok yoruluyorum. Yaralısın, yaranı gösterip sarılsın istiyorsun, bakıp başka bir yere yeni bir yara açıyorlar sanki. Kimse üzülmüyor ben kırılınca. Kimsenin kıyamadığı ve özlediği değilim. Gözyaşlarım ıslatıyor yastığımı, kuru tarafını çeviriyorum. Çocukken gizlice ağladığım geceler geliyor aklıma, üşüyorum.