Bütün kurtuluş hareketlerinin deneyi gösterir ki; devrimin başarısı kadınların katılmasının önemine bağlıdır.
Clara Zetkin
Bir ‘8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü’nü daha geride bıraktık. Ne yazık ki gerek dünya genelinde gerekse de Türkiye’de kadına karşı şiddet, hak ihlalleri ve ayrımcılıklar tüm hızıyla -hatta daha da artarak- devam ediyor. Özellikle toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin derinden yaşandığı Türkiye’de, kadınların eğitimden istihdama, seçimle ve atama ile gelinen karar alma mekanizmalarından akademiye, sanattan spora kadar hayatın hemen her alanında “eksik temsili” dikkat çekiyor. Toplumun yarısını oluşturan kadınlar, kararların alındığı -neredeyse- tüm mercilerde ya çok az temsil ediliyor ya da temsilde eşitlik mücadelesi gösteriyor.
Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) “İstatistiklerle Kadın, 2022” verilerine göre;
- “En az bir eğitim düzeyini” tamamlayan 25 ve daha yukarı yaştaki kadınların oranı %87,3
- Hanesinde “3 yaşın altında çocuğu” olan 25-49 yaş grubundaki kadın “istihdam oranı” %26,1
- Kadınların istihdamda yarı zamanlı çalışma oranı %16,4
- “Yükseköğretim mezunu” olan 25 ve daha yukarı yaştaki kadınların oranı %20,9
- “Yükseköğretim mezunu” kadınların “işgücüne katılım” oranı %67,6
- Kadın “büyükelçi” oranı %27,2
- Kadın “milletvekili” oranı %17,3
- Yükseköğretimde görevli “profesörler” içinde kadın profesör oranı %33,2, “doçent” kadrosunda görev yapan kadın oranı 2021-2022 öğretim yılında %40,2 iken “öğretim görevlisi” kadrosunda görev yapan kadın oranı %50,8.
- “Yönetici” pozisyonundaki kadın oranı %20,7.
Kadınların istihdam oranı erkeklerin yarısından bile daha az!
Kadınlar nüfusun yarısını oluşturmasına rağmen bir dizi faktörden kaynaklı olarak istihdamda eşit düzeyde yer alamıyorlar. Bunun temelinde ücretsiz bakım emeği yükü, fırsatlara ve kaynaklara yeterli düzeyde erişememe gibi toplumsal cinsiyet eşitsizlikleri bulunuyor. “Cinsiyet körü” kamu politikaları kadınları sosyal yardımlara bağımlı hale getiriyor, kadınların yoksulluğunu ve yoksunluğunu azaltmayı -öncelikli olarak- hedeflemiyor. Başka bir ifadeyle, hanenin bakım emeği sorumluluğu kadınların omuzlarına yüklüyor. Dolayısıyla, kadınlar gerek eğitim fırsatlarından gerekse de finansal kaynaklardan uzak kalıyor. En temel insan hakkı olan ‘yaşam hakkı’, kadınların gündelik hayatın her alanında derinden hissettiği -görünen ve görünmeyen- şiddetin bin bir türü (psikolojik, fiziksel, ekonomik, cinsel, siber, ısrarlı takip gibi) nedeniyle gasp ediliyor veya tamamen elinden alınıyor.
Daha Eşit ve Kapsayıcı Bir Dünya “Toplumsal Cinsiyet Eşitliği” ile Mümkün!
Kadınlar eşit, özgür, adil, kapsayıcı ve şiddetsiz bir dünyada yaşamak istiyor.
Bir sonraki 8 Mart’ı daha eşit, adil ve kapsayıcı bir dünyada karşılamak istiyorsak A’dan Z’ye tüm politikaların özünde “toplumsal cinsiyet eşitliği” olmalı!
Ezcümle, toplumsal cinsiyet eşitliği olmadan asla!