Yazıma 6 Şubatta yaşanan Kahramanmaraş merkezli depremin kayıplarını anarak başlamak istiyorum. Yaşanan bu büyük felaketin kayıpları ve acıları elbette kelimelerle telafi ve tedavi edilemez ancak tüm milletimizin başı sağ olsun. Yaralarımızı birlikte sarmaya ve birbirimize merhem olmaya en ihtiyacımız olan dönemdeyiz. Benzer acıların bir daha yaşanmaması adına tüm önlemlerin ivedilikle alınacağı ve güvenin dahi kontrol edileceği bir mekanizma ile hayatımıza devam etmek gerektiğini düşünüyorum. Benzer felaketlerin bir daha tekrarlanmamasını umut ediyor ve konumuza dönüyorum.
Son bir ayı detayları ile ele almak gerekirse yaşananları ana başlıklar altında toplayarak ilerlemek bizim için faydalı olacaktır. Depremin ekonomiye etkileri, döviz kurları, SVB’nin batışı, büyüme, enflasyon, hedefler ve siyaset konuları başlıca ekonominin güncel dinamikleri olarak ele alınabilir. Deprem ve etkileri ile başlasak daha doğru olur.
İnsani kayıplarımız çok fazla ve telafi etmesi mümkün değil ancak bölgede ki maddi kayıpların telafisini ve ekonomik düzelme planının temel haritasını çizmek gerekli. Yaklaşık 11 milyon insanımızın doğrudan etkilendiği bu facianın maliyetini belirlememiz elbette pek mümkün değil. Rakamlardan uzak olarak bakılacak olursa hesaplanması gereken kalemler aşağı yukarı şu şekilde olmalıdır;
- Bölgenin altyapı ve üstyapısında meydana gelen hasarlar
- Bölgenin yeniden imarının öngörülen maliyeti
- Bölgede duran ticaretin hacmi
- Bölgede oluşacak işsizlik
- İşsizliğin yaratacağı makro etkiler
- Bölgeye gelmesi planlanan yatırımların maliyeti
- Bölgeden taşınmanın ortalama maliyeti
İlk etapta aklıma gelen ve en azından hesaplanabilir maliyetler bu şekilde. Ancak daha detaylı bir sosyal harita ile konunun tüm detayları ele alınmalı ve kısa, orta ve uzun vadeli planlar yapılarak müdahaleye başlanmalıdır. Keza depremin üstünden geçen bu kısacık zaman henüz hiçbir şeyin net olmadığını bize göstermektedir. Depremin ekonomik etkilerinin sağlıklı şekilde giderilmesi adına atılacak adımlar hem bölge halkı hem de ülke için pozitif bir izlenim doğuracaktır.
Tabi bu süreçte hedeflenen sosyo-ekonomik planların hayata geçirilmesi ve hatta hazırlanması elbette zaman alacak. Bu zaman zarfında bölgeden gerçekleşen göçün ekonomik etkilerine de ayrı bir parantez açmamız gerekiyor. Nitelikli işgücünün bölgeden uzaklaşması, başta büyükşehirlerin ve ardından bölge şehirlerin göç alması ve bu göçün plansız olması kendince sorunlar doğurmakta. Bu sorunları bertaraf etmek ve bir düzen halinde süreci yönetmek adına mekanizmanın bir an önce devreye girmesi ve deprem sonrası sosyo-ekonomik, sosyo-kültürel haritaların hazırlanması gerekmektedir.
Ve bizim için uzun zamandır devam eden önemli bir sorun, döviz kurları. Pandemi ile birlikte derinleşen ekonomik krizin en büyük kaybedeni Türk Lirası oldu. Dolar bir süresidir 19 TL bandında olsa da ihracatçının kur beklentisi 23 TL civarında. Durum böyle olunca bankacılık sektörü de sözlü olarak bazı önlemler aldığını belli ediyor. Kurumsal müşterilerin günlük alım limitini 5 milyondan dolardan 2,5 milyon dolara indirerek işlem hacmini sınırlandırmaya çalışıyor. Yüksek kurun olumlu ve olumsuz etkilerini daha önceki yazılarımızda uzun uzun konuşmuştuk. Ancak bir konuyu yeniden belirtmekte fayda var. Türkiye enerji ithalatçısı konumunda bir ülke ve katma değerli ürün ihracatı henüz beklenenden düşük, bu sebeple yüksek kur ülkemiz için maalesef ciddi bir sorun.
Büyüme ve enflasyon ikilisini de ayrıca ele almamız şart. Henüz yılın başında olsak da başımıza gelen acı felaket ile birlikte birçok beklentinin de seyri değişti. Yaşanan deprem, seçim sürecinin başlaması, MB’nin faiz hamlesi, SVB’nin batması ve hareketli borsa günleri neredeyse eşzamanlı olarak gerçekleşince tahminler ve beklentiler alt üst oldu. TÜİK’e göre şubat ayı enflasyonu yüzde 72 bandında gerçekleşti ve yine TÜİK rakamlarına göre ocak ayının dış ticaret açığı bir önceki yıla oranla yüzde 38,4 artarak 14,24 milyar dolar düzeyinde. Hal böyle iken beklenen büyüme oranı da yüzde 3 düzeyinin altına inecek gibi duruyor.
Son olarak ABD bankalarının batışının doğurduğu ve doğuracağı sonuçlara bakalım. Gündemdeki üç bankayı bir not alalım, Silvergate Capital, Signature Bank ve Silicon Valley Bank. Bu üç büyük bankanın batışlarının ortak özelliği olarak kripto para piyasalarının hareketliliği ve porföylerinde bulunan Hazine kağıtlarını gösterebiliriz. Rüzgarin ilk etkilediği banka Silvergate oldu. FED’in faiz politikasından etkilenen banka hem elinde bulundurduğu hazine kağıtları hem de yatırım yaptığı FTX kripto para borsası sebebiyle zor günler geçirmeye başladı. Silvergate’in ardından çok konuşulan SVB’nin de batması piyasalarda büyük bir etki yarattı. Banka hisselerinde düşüşü hiçbir şekilde durduramadı ve bu batış ABD’de 2008’den bu yana yaşanan en büyük batış olarak yorumlanıyor. Ve son olarak Signature Bank da iflasını açıkladı ve bankaya kayyum atandı.
Tabi böyle bir durumda Türkiye’nin etkilenmemesi mümkün değildi. Bu iflaslar, önce güvenli liman olarak görülen altına talebi, bu talep de doğal olarak altının fiyatını artırdı. Bununla birlikte en büyük hareketlilik borsada yaşandı ve USD/TL kuru kritik eşik denilen 19’un üstüne çıktı. Türkiye’nin karşısında ne gibi bir sorun var diye soracak olursak, FED’in hamlelerine göre yorum yapmak daha doğru olacaktır. Ancak FED’in ilk hamlelerinin olumlu olduğunu belirtmek isterim. Önümüzdeki günler daha net bir tablo çıkacaktır karşımıza.
Uzun bir aradan sonra yeniden gelişmeleri kaleme almak ve naçizane çözüm önerilerimiz ile bir bilinç yaratmak gayet keyifliydi. Ülkemizin geçirdiği bu zor günlerin hepimize bir ders niteliğinde olması gerektiğini hatırlatarak noktalamak istiyorum. İhmallere ve yeni facialara sebebiyet vermeyecek kontrol sistemini kurmak bizim elimizde ve ülkece bunu başaracağımıza eminim.