İçinde bulunduğumuz ayın başlarında, Onur Şener adlı müzisyeni döverek ölümüne yol açanların, bir bakanlığımızın bürokratları olduğunun ortaya çıkması, toplum olarak içine düştüğümüz zorbalık ve cehalet bataklığının vahametini gösteriyor.
-Senin tavuğun, benim bahçeme girdi.
-Benim çocuğu, senin çocuğun dövmüş.
-Benim dinime iman etmeyip kafir oldun.
-Bana yan baktın.
-Gözünün üstünde kaşın var.
gibi üfürükten sebeplerle birbirini vurup öldüren kaba, zorba ve cahil insansılar yığını, önce siyaseti ve siyasetçileri kendilerine benzetti.
Arkasından da kamusal bürokrasiyi kendine benzettiğini görmeye başladık.
Zorba ve cahil kişiler, doğal olarak kendilerine en çok benzeyen siyasetçiye damga basıyor.
Zorba ve cahillerin saptadığı siyasetçi de kendisine en çok benzeyen bürokrat ile çalışıyor.
Bu sürecin doğal sonucu olarak ülkede, cehaletin zorba-maganda egemenliği kuruluyor.
Herkes birbirine zorbalık ve magandalık yapıyor.
"Zorba yurttaş-zorba siyasetçi-zorba bürokrat" sistemi kurulup işletiliyor.
Cehaletin bu zorba ve maganda çarkının kısır döngüsüne son verilemezse ulusal erinç ve gönenci sağlamamız olası görünmemektedir.
Ülkemizdeki cehaletin zorbalığı ve egemenliği yüzünden bir türlü önü alınamayan etnik temelli kalkışma, resmen olmasa da psikolojik olarak toplumu ayrıştırmıştır.
Cehaletin ve zorbalığın örgütlülüğünden güç alan ibrani-arap dinselliği temelli yıkıcı terör, zamanında tanılanıp önlem alınamadığı için Türkiye Türklüğünü yokolma durumuna getirmiştir.
İbrani-arap dinselliği, yüzyıllar boyunca insanımızın ussallık ve bireysel istenç oluşturma ve geliştirme olanağını elinden almıştır.
Ussallık ve bireysel istenci olmayan kişilerin, seçim zamanlarındaki yalnızca damga basma eylemlerini sömürerek kamusal erki ele geçirenler, ulusal istencin Arapçası olan “milli irade” kavramını sık sık kullanarak cehaletin zorbalığını kurumsallaştırma cihetine gittikleri gözlenmektedir. Oysaki bireysel istenci olmayanların ulusal istençleri de olamaz.
İbrani-arap dinselliği üzerinden bireyselliği ve istenci elinden alınan insanımız, ayrışma ve yokoluşun ayırdına bile varamayacak kadar zombileştirilmiş durumdadır.
Us yoksunluğu, an kıtlığı, gönül gözü körlüğü, kitlesel bir "uçurumdan aşağı atlama" durumu oluşturmuştur.
Kamçatka'dan Adriyatik'e kadarki coğrafyada 4 bin yıldır tek çatı altında bir türlü biraraya gelemeyişimizin psiko-sosyal temelleri titizlikle incelenmelidir.
Bir Türk devletini, yine bir başka Türk topluluğunun yıkması, sık karşılaştığımız bir olgudur.
Gönülden bir birliktelik yok ise fiziki birliktelik, biyolojik birliktelik hiç bir işe yaramamaktadır.
Birlik;gönülden gelen bir istek ve ustan gelen bir istençle sağlanırsa kalıcı ve güçlü olabilir.