9 Eylül sadece Izmir'in değil ülkenin kurtuluş tarihidir.
Milli mücadele neleri kurtarmıştır. Milli mücadele ile neler başarılmıştır, ülke nedir, vatan nedir biraz düşünelim.
15 mayis 1919 Izmir' in işgali ile başlayan kara günlerde tüm vatan evlatları biraraya gelmiş mücadele 9 Eylül 1922 de düşmanın denize dökülmesi ile sona ermiş vatanın düşmandan temizlenmesi başarılmıştır .
9 Eylül şanlı tarihi gün kutlu olsun.
9 Eylül'le ilgili okuduğum en etkileyici olaylardan biri, İzmir'de yaşanan Salih Bozok tarafindan iletilen bir olayı sizlerle paylaşmak istiyorum. Bu olay geçmişte basına da yansımıştır.
Başkumandan, düşmandan kurtardığı İzmir’de geçireceği ilk geceyi yaşıyordu. Zengin bir sofra hazırlandığı halde ufak tefekle karnını doyurdu ve geç vakitlere kadar çalıştı. Ertesi sabah erkenden uyandık. Hafif bir kahvaltıdan sonra vilayet konağına gittik. Vali, İngiliz konsolosuyla konuşuyordu. Biz gelince, ayağa kalktı ve konsolos ile Mustafa Kemal Paşa’yı tanıştırdı. Konsolos iyi Türkçe biliyordu. Paşa, valiye sordu:
-Konu nedir?
Vali anlattı:
-Sayın konsolos, İngiliz tebası vatandaşlarla Rum ve Ermeni azınlığın güven altında olup olmadığından endişeleniyorlar. Kendilerine herkesin güven altında olduğunu bildirdim.
Mustafa Kemâl Paşa, konsolosun Türkçe bildiğini biliyordu. Buna rağmen kendisine valiyi muhatap aldı:
-Ee, peki daha ne istiyormuş?
Bu soruya konsolos Türkçe cevap verdi:
-Tebamız için Hükümetinizden yazılı teminat istiyorum.
Mustafa Kemâl Paşa:
-Ne yani, Yunanlılar zamanında siz, tebanızı daha mı emniyette görüyordunuz?
Konsolos kasılarak:
-Evet, dedi. Yunanlılar buradayken tebamızı daha emniyette görüyorduk.
-O halde buyurun tebanız ile birlikte Yunanistan’a gidin efendim.
Konsolos:
-Yani majestelerinin hükümetine savaş mı açıyorsunuz?
Mustafa Kemâl Paşa:
-Siz kiminle neyi konuştuğunuzu biliyor musunuz? Ben, Millet Meclisi'nin başkanı ve Türk orduları başkumandanıyım. Savaş açmaya da barış yapmaya da tam yetkiliyim. Peki siz kimsiniz? Hükümetiniz adına savaş ve barış görüşmelerini yapmaya yetkili misiniz? Böyle bir yetkiniz varsa görüşelim. Yoksa (eliyle kapıyı gösterdi) buyurunuz dışarıya!
Konsolos, Mustafa Kemâl Paşa’nın son sözü üzerine sapsarı kesildi ve tek kelime söylemeden kapıdan çıktı, gitti.
Mustafa Kemâl Paşa, adamın arkasından Vali’ye döndü:
-Bunlara yüz vermeyin Vali bey! Bir donanma önünde pısacak, bir blöf karşısında yelkenleri suya indirecek bir devletçik sanıyorlar bizi. Küstahlık derecesine bakın, Barut kokan bir odada adamın sorduğu şeye bak! Savaş halinde değiliz sanki. Bana savaş mı açıyorsunuz, diye soruyor!
Birkaç saat sonra, İngiliz donanma kumandanı hükümet konağının kapısından girerek, Mustafa Kemâl Paşa’nın odasına yöneldi. Nazik fakat öfkeli bir hali vardı. Ruşen Eşref kendisine ne istediğini sordu.
-Başkumandan Mustafa Kemâl Paşa ile görüşmek istiyorum.
Birlikte odaya girdiler, kapı kapandı.
Amiral:
-Çok güç koşullar altında bir savaş kazandınız, sizi asker olarak içtenlikle kutlarım. Çanakkale’deki başarınızın rastlantıya borçlu olmadığınızı kanıtladınız. Büyük bir askerle tanıştığım için memnunum, diyerek övgüler yağdırmaya başladı.
Paşa, bıkkın bir sesle:
"Bunları geçin amiral. Çok işimiz var. Asıl konuya gelin..." dedi.
Amiral bu tavır karşısında bocalıyarak konuya girdi:
-İzmir’de tebamız ve sizin azınlıklarınız. Ermeniler, Rumlar var. Yeni askeri yönetim altında bu insanların statüsü nedir. Güvende midirler?
Paşa :
-Hiç kuşkunuz olmasın amiral, tebanız ve azınlıklar Hükümetimizin koruması altındadır. Suç işlemeyenler, kendilerini güvende sayabilirler.
-Peki suç işleyenler?
Paşa:
-Suç işleyenler sayın amiral, muhtemelen ülkenizde olduğu gibi adaletin huzuruna çıkarılır. Suçlu olanlar cezalarını çeker.
-Fakat Paşa Hazretleri, fevkalade günler geçirdik. Yunan ordusundan cesaret alan Rumlar, şımarıklık yapmış ola-bilir. Bugün bu insanlar yerli halkın düşmanlığıyla yüz yüzedir. Ermenileri biliyorsunuz büyük bir toplumu göçe zorlandı ve önemli bölümü hayatlarını kaybetti. Bu ruh haliyle Yunan ordusu ile işbirliği yapmış bazı Türklere zor günler geçirtmiş olabilirler. Bunlar, fevkalade günlerin olaylarıdır, bağışlanması, hoş görülmesi gerekir. Eğer bu kişiler halkın husumetine bırakılırsa, bütün dünya aleyhinize kıyameti koparır.
Son cümleye kadar amirali sakince dinleyen Mustafa Kemâl Paşa “dünyanın koparacağı gürültü” ile tehdit edilince amiralin sözünü kesti:
-Üstünlük pozunuzu derhal bir yana koyunuz. Tehdit etmekten de vazgeçiniz. İngiltere ve müttefiklerin kıyamet koparıp koparmayacağını düşünmem bile. Bunlar memleketin dahili işleri ve de sizin bu işlere karışmanıza müsaade etmem. Majestelerinin devleti bizim azınlıklarımızla uğraşmaktan vazgeçsin. Kim ki bize saygı beslemez, bizden de saygı beklemeye hakkı olmaz.
Amiralin yüzü bembeyaz oldu.
-İngiliz Hükümetinin tebasını her yerde koruma hakkı devletler hukuku teminatı altındadır. Avrupa devletleriyle birlikte arkaladığımız Rum ve Ermenilerin güven içinde bulundurulmasını sadece rica ettik. Yoksa biz bu güvenliği sağlayacak güçteyiz.
Paşa:
-Arkaladığınız Yunan ordusunun denizde yüzen cesetlerini herhalde görmüş olmalısınız. Ordumuz asayişi sağlamıştır. İzmir limanını donanmanıza kapatıyorum. İsterseniz tebanızı gemilerinize doldurabilirsiniz. Donanmanızın en kısa zamanda limanı terk etmesini istiyorum.
Sert sözler karşısında amiral ne yapacağını şaşırdı:
-İngiltere’ye savaş mı açıyorsunuz?
Paşa:
Savaş açmak mı? Siz yoksa Sevr antlaşmasının halen yürürlükte olduğunu mu sanıyorsunuz? Biz onu çoktan yırtıp attık. Karşımda serbestçe oturuşunuzu, sizi konuk saymama borçlusunuz. Fakat, nezaketimizi kötüye kullanmanıza müsaade etmem. Şu anda hukuken barış antlaşması yapmamış iki devletiz. Savaş hukuku halen yürürlüktedir. Gemilerinizi derhal karasularımızdan çekmenizi size tekrar ve son defa ihtar ediyorum.
Bir balmumu heykeline döndü amiral. Sert adımlarla girdiği Mustafa Kemâl Paşa’nın odasında oturduğu sandalyede küçüldükçe küçüldü ve sonunda kekeleyerek:
“Affedersiniz” dedi. Yerlere kadar eğilerek geri geri gidip dışarı çıktı.
İngiliz ve Fransızlar kendi uyruklarını gemilere bindirmeye başladılar. Birkaç saat sonra da sessizce çekilip gittiler.
İzmir'in Yunanlarca işgali sonrasında Denizli'de 15 Mayıs 1919 da Denizli mitingi ile milli mücadelenin ilk fitili ateşlendi. 16 Mayısta da Atatürk İstanbul' dan Samsun'a doğru Bandırma vapuru ile yola çıktı...
O günden 30 Ağustos 1922 Başkomutanlık Meydan Muharebesindeki büyük zafer gününe kadar bu güzel ülke kurtuluş savaşı verdi.
9 Eylül günü düşmanın denize dökülmesi, İzmirin kurtuluşu ile kurtuluş savaşımız nihayetlendi.
Adeta yeniden doğuldu.
Aslında 9 Eylülden sonra da düşmanın gönderilmesi devam etti.
Eylül ayına gün gün bakarsak 30 Ağustos zaferi sonrası;
01 Eylül 1922 Uşak
02 Eylül 1922 Eskişehir
03 Eylül 1922 Dursunbey, Ödemiş, Emet, Eşme, Sındırgı Tavşanlı
04 Eylül 1922 Tire, Bayındır, Buldan Simav.
05 Eylül 1922 Nazilli, Alaşehir, Bilecik, Gördes Salihli
06 Eylül 1922 Akhisar, Balıkesir, Söke, Gönen İnegöl
07 Eylül 1922 Aydın, Turgutlu, Kuşadası
08 Eylül 1922 Kemalpaşa, Burhaniye, Manisa, Selçuk
09 Eylül 1922 İzmir, Menemen, Edremit.
10 Eylül 1922 Bursa, Foça, Gemlik Orhaneli
12 Eylül 1922 Mudanya, Kırkagaç Urla,
13 Eylül 1922 Soma
14 Eylül 1922 Bergama, Dikili Karacabey,
15 Eylül 1922 Alaçatı Ayvalık
16 Eylül 1922 Çeşme,
17 Eylül 1922 Bandırma
18 Eylül 1922 Erdek düşmandan temizlendi.
Ve bir millet zafer kazandı, tarih yazdı. Milli mücadele ayrıntılarını çocuklarımıza öğretmek her anne babanın ve herkesin ilk görevi olmalıdır.
Öyle ayrıntılar var ki bunları kuşaktan kuşağa geçirmek bu vatani bir borçtur ve bunlar bilinmeden şimdi ve gelecek için düzgün bir yol haritası çizilemez.
Milli mücadelemizin en büyük zaferi ve 9 Eylül izmirin kurtuluşu kutlu olsun.