Kerem kitabından başını kaldırdı ve duvardaki saate baktı. İftara fazla vakit kalmamıştı. Annesi mutfakta yemek hazırlıyordu ve eve yayılan yemek kokusu oldukça cezbediciydi. Şu anda oruçlu olmak için neler vermezdi ki Kerem? Önce annesinin değme aşçılara taş çıkartacak lezzette yaptığı, dumanı tüten bir yoğurt çorbası. Peşinden bol çeşitli iftariyelikler ve avuçladığınızda sıcaklığını ellerinize veren yumuşacık ramazan pidesi. Şüphesiz ki bunların tadına oruçlu olmadan da keyifle varılabilirdi. Ancak oruçlu iken aldığınız manevi haz, yemeklerin nefasetini daha da arttırırdı. Anne ve babası, Kerem’in oruç tutmasına yaşı daha küçük olduğu için izin vermiyordu. Üstelik bu sene kutsal ramazan ayı yaza denk geldiğinden oruç süresi de uzundu. “Acele etme Keremciğim” diyordu babası. “Oruç tutacağın günler de gelecek. Daha çocuk sayılırsın. Bu yaşta oruç sana farz değil.”
Kerem annesinin mutfaktan seslenmesi ile kendine geldi.
- Kerem! Oğlum, haydi! Kuyruk olmadan bir koşu fırına git! Pide gecikmesin sofraya!
Kerem’e çok garip geliyordu bu durum. Kendisine daha çocuk diyorlardı ama yalnız başına pide almaya gönderiyorlardı işte onu. “Tamam anne. Şimdi gidiyorum” diye yanıtladı Kerem ve koşarak mutfağa girdi. Masada duran pide parasını aldı ve şansını bir kere daha denemek istedi:
- Anne, ne olur yarın tutayım.
Annesi kesin bir tavırla başını iki yana salladı. Bir yandan da ocaktaki çorbayı karıştırmaya devam ediyordu.
- Oğlum. Kaç kere söyledik sana. Daha oruç tutacak yaşa gelmedin. Oruç tutman için erken. Hem bak baban da birazdan gelir. Oyalanma. Bir koşu al gel pideyi bakalım.
Kerem bu cevap üzerine yeni bir düş kırıklığı ile ayakkabılarını giydi ve köşe başındaki fırının yolunu tuttu. Taş fırının kapısında üç kişi bekliyordu. Son parti pidelerin çıkmak üzere olduğu, dışarı yayılan mis gibi kokudan belliydi. Kuyruğun en sonunda durdu. Havadaki pide kokusunu derin bir nefesle içine çektiği sırada omuzunda birinin elini hissetti. Merakla arkasını döndüğünde arkadaşı Fuat’ın kendisine sırıtarak baktığını gördü. Çocuğun bir elinde sıkı sıkı tuttuğu bozuk paralar, diğer elinde de düzgünce paketlenmiş bir tatlı kutusu vardı.
- Nasılsın Kerem? Beni de pide almaya yolladılar. Birazdan çıkacak galiba.
Kerem başı ile arkadaşını onayladı ve tatlı poşetini göstererek “Pastaneye de mi gittin?” diye sordu.
- Evet Kerem. Bugün ben de oruç tuttum. Canım iftarda baklava çekti.
Kerem aldığı cevap karşısında şok oldu. Fuat da onunla aynı yaştaydı ama oruç tutuyordu. Kendisine ise izin vermiyorlardı. “Oruçlu musun sen!?” diye sordu arkadaşına hayret ve kıskançlıkla.
- Evet. Neden böyle şaşırdın ki?
- Şey…Bizimkiler bana izin vermiyorlar da. Daha yaşım küçük diye.
Fuat tebessüm ederek arkadaşına baktı.
- Teşne orucu tutuyorum oğlum ben. Babam öyle söyledi.
Kerem şaşkınlık içindeydi ve fırının kapısından nasıl içeri girdiğinin bile farkında değildi. Fırıncının sesi ile kendine geldi.
-Kerem? Daha söylemeyecek misin ne istediğini? Bak herkes seni bekliyor.
-Affedersin Muhsin abi. Dalmışım da. İki tane pide istiyorum, yumurtalı.
Pideleri alan Kerem arkadaşı ile vedalaştıktan sonra kafasında yuvarlanan soru yumakları ile acele adımlarla evinin yolunu tuttu. Nasıl bir oruçtu ki Fuat’ın tuttuğu? Teşne demişti galiba. Babası ile gittiğinde mutlaka bu konuyu konuşmalı, işin aslını öğrenmeliydi.
Eve döndüğünde iftara yarım saat vardı. Üzerlerindeki kağıda rağmen ellerini yakan ramazan pidelerini annesine verdi ve sabırsızlıkla sordu:
- Babam gelmedi mi daha anne?”
Annesi pideleri düzgünce dilimlemeye başlarken cevapladı:
- Biraz önce geldi, üzerini değiştiriyor olmalı.
Kerem yemek odasına geçti. Televizyon açıktı ve İftara Doğru programı başlamıştı. Program sunucusu ile konuğu orucun faziletleri ve insan sağlığına yararları hakkında konuşuyorlardı. Koltuğa oturdu ve babasını beklemeye başladı. Televizyondaki konuşma bitip, Kuran-ı Kerim tilaveti başlamışken baba odaya geldi. Kerem sevinçle ayağa kalktı.
- Hoş geldin babacığım. Nasıl geçti orucun?
Oğlunu görmek adamın açlıktan solmuş yüzünü aydınlatmıştı. Yemek masasına oturdu, çatalını tek bir zeytin tanesine batırıp, tabağının kenarına dayadıktan sonra “İyiyim oğlum. Sen nasılsın? Senin günün nasıl geçti?” diye cevapladı.
- İyi geçti baba. Biraz önce fırında Fuat ile karşılaştık. Oruçluymuş Fuat.
- Nasıl oruçluymuş, anlamadım. Sana şaka yapmış olmasın?
- Yok baba, şaka değildi. Orucum dedi. Teşne miymiş neymiş. Öyle bir şey söyledi.
Babası konuyu şimdi anlamıştı, gülmeye başladı.
- Tekne olmasın sakın o? Tekne orucu.
O sırada yemek masasının başına gelen anne de konuşmaya katıldı. “Tekne orucu mu? Hiç duymamıştım.” Bir yandan da iftar sofrasında eksik bir şey olup olmadığını kontrol ediyordu.
“Duymamakta haklı olabilirsin canım” dedi babası ve devam etti. “O güzelim ramazan adetlerimiz nasıl unutuldu ise bunun da unutulması normal. Eskiden yaşlılar ve çocuklar oruç tutmak istediklerinde sahurda niyetlenirlermiş. Ertesi gün öğle vaktinde ezanla birlikte oruçlarını açarlarmış. Bazen de açmayıp, akşama kadar tutarlarmış. Bu takdirde orucun zor geldiği anlar olurmuş tabii. O anlarda evlerin mutfaklarında bulunan büyük ekmek teknelerinin arkasına gizlenerek, bir şeyler yiyip içerlermiş. İşte buna tekne orucu denirmiş. Anlayacağınız yarım oruç yani.”
Kerem babasının gözlerinin içine yalvaran bir ifadeyle bakıyordu. “Baba…Ne olur bende tutabilir miyim böyle oruç?”
“Düşünelim bakalım Kerem. Ama önce orucumuzu açalım dua ile.”
İftar yemeği bittikten sonra Kerem, babası ile birlikte teravih namazına gitti. Eve döndüklerinde Kerem’in içi içini yiyordu. Ama konuyu daha fazla gündeme getirip anne ve babasını sıkmak da istemiyordu. Sonuçta babası düşünelim demişti. Eğer izin verecekse sahur zamanı onu da uyandırırdı elbet.
Televizyonda şarkı, türkü ve kanto dolu ramazan eğlencesini seyrettikten sonra Kerem yatmaya gitti. Babasına hiçbir şey sormamıştı. Ama odasına doğru yürürken babasının annesine kendisini işaret ederek göz kırptığını görmüştü sanki. Bu iyiye işaret miydi? Zamanı gelince anlayacaktı.
Kerem sahur vaktinde mahallelerinden geçen ramazan davulcusunun söylediği mani ile uyandı. Odasının kapısı aralıktı ve mutfaktan tabak çanak sesleri geliyordu. Annesi sahur yemeği hazırlığındaydı. Yatakta doğruldu. Kalbinin heyecanla atışı adeta ramazan davulunun gümlemelerine eşlik ediyordu. Eğer sahura kaldırırlarsa dünyalar onun olacak, yarın sokakta gururla gezecek ve önüne çıkan herkese oruçlu olduğunu söyleyecekti.
Bir süre oturur halde bekledi ve ayak seslerini dinledi. Annesi bir yemek odasına bir mutfağa gidip geliyordu. Zamanın uzaması ve odasına gelen olmaması umudunu gittikçe azaltıyordu. Nitekim öyle bir an geldi ki artık beklemekten vazgeçti. Kendini yatağa bıraktı, pikeyi aldı ve yüzünü de örtecek şekilde sarındı. Derken o ses duyuldu. Babasının ayak sesi. Kösele terliklerin önce topuk kısmının yere vuruşu sonra da burnunun yerle temas edişi. Üstelik ses gittikçe yaklaşıyordu. Babası nereye yürüyordu? Kerem’in odasına mı yoksa hemen onun yanındaki kendi yatak odasına mı?