,, ,
Hikmet Demirsoy
Köşe Yazarı
Hikmet Demirsoy
 

Üç İstanbul

Türk Edebiyatı’nın saklı kalmış isimlerinden Mithat Cemal Kuntay’ın “Üç İstanbul” ismindeki romanı, II. Abdülhamit dönemini istibdat ve meşrutiyet olarak iki bölümde kurgularken, son kısmında da I. Dünya Savaşı sonu ve mütareke dönemlerini de fon olarak almış tipik bir dönem eseridir. Mithat Cemal Kuntay edebiyatımıza sadece bu tek romanı kazandırmış, eserlerini daha çok şiir, oyun, makale ve araştırmalar türlerinde kaleme almıştır.             Eğer Klasik Rus Edebiyatı okumuşsanız “Üç İstanbul” romanında özellikle Tolstoy’dan izler bulabilirsiniz. “Üç İstanbul” romanı da Tolstoy ve diğer klasik dönem Rus yazarların romanlarında olduğu gibi içinde çok sayıda karakter barındırıyor. Okurken tıpkı Tolstoy’un “Savaş ve Barış” romanında olduğu gibi bir noktadan sonra ipini ucunu kaçırmamak için karakterlerin isimlerini ve kısaca özelliklerini not almak zorunda hissettim kendimi. Eğer bunu yapmazsanız romandaki yirmiyi aşkın karakter arasında kaybolup, kim kimdi hatırlamak için sayfalarca geriye dönmek zorunda kalabileceğinizi iddia edebilirim.             Romanın ilk bölümünde, II. Abdülhamit’in koyu istibdat dönemi ile tanışırız. Ana karakter Adnan, İstanbul’da verem hastası olan annesi ile Aksaray’da mütevazı bir evde yaşamaktadır. Muhacirlerdir. Miralay olan babası 93 Harbi sırasında şehit düşmüş ve annesi ile İstanbul’a göç etmişlerdir. Karakter olarak kadınlara düşkün, kararsız olan Adnan aynı zamanda koyu bir İttihat ve Terakkici olmasıyla tanınmaktadır. Hukuk eğitimi almasına rağmen avukatlık yapmamakta ve hayatının sonuna kadar hiç bitiremeyeceği muhacirliğin romanını yazmanın peşindedir. Kendisi gibi hukuk tahsili yapmış olan Moiz ve Tevfik Hoca ile yakın arkadaştır. Adnan aynı zamanda İstanbul’un elit tabakasından olan Hidayet’in köşküne çok sık davet edilmekte ve burada çok sayıda karakterle de karşı karşıya gelmektedir. Hidayet aslında bir yandan saraya jurnalcilik yapan öte yandan da içten içe padişaha söven güvenilmez bir karakterdir. İşsiz olan Adnan’ı, Maliye Nazırı’nın kızı Süheyla’ya ders vermeye ikna eder. Adnan ders vermeye başladığı Süheyla’yı önce küçümser, çirkin yakıştırmalarda bulunur ancak daha sonra kendisine aşık ederek evlenmeye karar verir. Ancak bir yandan da bir başka hükümet görevlisinin Belkıs ismindeki kızına ders vermeye başlamıştır ve aslında evli olan Belkıs’a da aşık olmuştur. İlk bölüm Adnan’ın bu gelgitleri ile ilerler ve kararsızlığı her konuda ortaya çıkar. Bu arada arkadaşı Fransızca hocası Kadri’nin ve Tapu Müdürü Senih’in karısıyla da ilişki kurmuştur. Adnan, İttihat ve Terakki yanlısı demiştik ancak bu cemiyetle irtibatı olduğunu ancak tutuklanıp sürgüne gönderildiği zaman öğreniyoruz. Dolayısı ile romanda sürgüne gidiş sebebi konusunda bir bölüm bulunmadığından anlatıda bu konu sanki havada kalmış görünüyor. Romanın ikinci bölümü Adnan’ın meşrutiyetin ilanından sonra sürgünden dönmesi ile başlar. Bu süreçte annesini kaybetmiştir. Avukatlık yapmaya karar verir ve kısa süre içerisinde de dönemin devlet idaresine yakınlığı ile zenginleşir. Bu arada kocasından boşanan Belkıs’la da mutsuz sürecek bir evlilik yapmıştır. Üçüncü bölümde Sarıkamış faciası, I. Dünya Savaşı’ndaki yenilgi ve mütareke dönemi eşliğinde Adnan’ın gözden düşüşü, Belkıs’la boşanması ve Süheyla ile olan evliliği anlatılır. Yine bu bölümde eserin en çarpıcı kısmı yer alır. Adnan’ın hayatın anlamını hep tesadüflerle açıklaması sonucunda kendi başına da hiç unutamayacağı acı bir tesadüfün gelmesi çarpıcıdır. Romanı bitirdikten sonra aklımızda en çok kalan noktalar, tarihimizin önemli bir döneminde ülkeye paralel olarak insan karakterlerinde de oluşan çürüme, yozlaşma, ikiyüzlülük ve menfaat ilişkilerinin ayyuka çıkmasıdır. Yazarın bu dönüşen değerleri karakterler üzerinden oldukça etkili işlediği söylenebilir. Son olarak edebiyat alanında geniş kesimlerce kabul edilen “her yazarın kendi romanının tanrısı olduğu” düsturuna dayanarak, romandaki karakterlerin hayatın olağan akışına ters bazı tutum ve davranışları olsa da buna yazarın tercihidir deyip geçmek gerekir. “Üç İstanbul” özellikle tarih meraklıları tarafından okunması ve yorumlanması gereken bir dönem romanı. Böyle bir eseri edebiyatımıza kazandıran Mithat Cemal Kuntay’ı rahmetle anıyorum.               
Ekleme Tarihi: 13 Mart 2023 - Pazartesi

Üç İstanbul

Türk Edebiyatı’nın saklı kalmış isimlerinden Mithat Cemal Kuntay’ın “Üç İstanbul” ismindeki romanı, II. Abdülhamit dönemini istibdat ve meşrutiyet olarak iki bölümde kurgularken, son kısmında da I. Dünya Savaşı sonu ve mütareke dönemlerini de fon olarak almış tipik bir dönem eseridir. Mithat Cemal Kuntay edebiyatımıza sadece bu tek romanı kazandırmış, eserlerini daha çok şiir, oyun, makale ve araştırmalar türlerinde kaleme almıştır.

            Eğer Klasik Rus Edebiyatı okumuşsanız “Üç İstanbul” romanında özellikle Tolstoy’dan izler bulabilirsiniz. “Üç İstanbul” romanı da Tolstoy ve diğer klasik dönem Rus yazarların romanlarında olduğu gibi içinde çok sayıda karakter barındırıyor. Okurken tıpkı Tolstoy’un “Savaş ve Barış” romanında olduğu gibi bir noktadan sonra ipini ucunu kaçırmamak için karakterlerin isimlerini ve kısaca özelliklerini not almak zorunda hissettim kendimi. Eğer bunu yapmazsanız romandaki yirmiyi aşkın karakter arasında kaybolup, kim kimdi hatırlamak için sayfalarca geriye dönmek zorunda kalabileceğinizi iddia edebilirim.

            Romanın ilk bölümünde, II. Abdülhamit’in koyu istibdat dönemi ile tanışırız. Ana karakter Adnan, İstanbul’da verem hastası olan annesi ile Aksaray’da mütevazı bir evde yaşamaktadır. Muhacirlerdir. Miralay olan babası 93 Harbi sırasında şehit düşmüş ve annesi ile İstanbul’a göç etmişlerdir. Karakter olarak kadınlara düşkün, kararsız olan Adnan aynı zamanda koyu bir İttihat ve Terakkici olmasıyla tanınmaktadır. Hukuk eğitimi almasına rağmen avukatlık yapmamakta ve hayatının sonuna kadar hiç bitiremeyeceği muhacirliğin romanını yazmanın peşindedir. Kendisi gibi hukuk tahsili yapmış olan Moiz ve Tevfik Hoca ile yakın arkadaştır. Adnan aynı zamanda İstanbul’un elit tabakasından olan Hidayet’in köşküne çok sık davet edilmekte ve burada çok sayıda karakterle de karşı karşıya gelmektedir. Hidayet aslında bir yandan saraya jurnalcilik yapan öte yandan da içten içe padişaha söven güvenilmez bir karakterdir. İşsiz olan Adnan’ı, Maliye Nazırı’nın kızı Süheyla’ya ders vermeye ikna eder. Adnan ders vermeye başladığı Süheyla’yı önce küçümser, çirkin yakıştırmalarda bulunur ancak daha sonra kendisine aşık ederek evlenmeye karar verir. Ancak bir yandan da bir başka hükümet görevlisinin Belkıs ismindeki kızına ders vermeye başlamıştır ve aslında evli olan Belkıs’a da aşık olmuştur. İlk bölüm Adnan’ın bu gelgitleri ile ilerler ve kararsızlığı her konuda ortaya çıkar. Bu arada arkadaşı Fransızca hocası Kadri’nin ve Tapu Müdürü Senih’in karısıyla da ilişki kurmuştur. Adnan, İttihat ve Terakki yanlısı demiştik ancak bu cemiyetle irtibatı olduğunu ancak tutuklanıp sürgüne gönderildiği zaman öğreniyoruz. Dolayısı ile romanda sürgüne gidiş sebebi konusunda bir bölüm bulunmadığından anlatıda bu konu sanki havada kalmış görünüyor.

Romanın ikinci bölümü Adnan’ın meşrutiyetin ilanından sonra sürgünden dönmesi ile başlar. Bu süreçte annesini kaybetmiştir. Avukatlık yapmaya karar verir ve kısa süre içerisinde de dönemin devlet idaresine yakınlığı ile zenginleşir. Bu arada kocasından boşanan Belkıs’la da mutsuz sürecek bir evlilik yapmıştır.

Üçüncü bölümde Sarıkamış faciası, I. Dünya Savaşı’ndaki yenilgi ve mütareke dönemi eşliğinde Adnan’ın gözden düşüşü, Belkıs’la boşanması ve Süheyla ile olan evliliği anlatılır. Yine bu bölümde eserin en çarpıcı kısmı yer alır. Adnan’ın hayatın anlamını hep tesadüflerle açıklaması sonucunda kendi başına da hiç unutamayacağı acı bir tesadüfün gelmesi çarpıcıdır.

Romanı bitirdikten sonra aklımızda en çok kalan noktalar, tarihimizin önemli bir döneminde ülkeye paralel olarak insan karakterlerinde de oluşan çürüme, yozlaşma, ikiyüzlülük ve menfaat ilişkilerinin ayyuka çıkmasıdır. Yazarın bu dönüşen değerleri karakterler üzerinden oldukça etkili işlediği söylenebilir. Son olarak edebiyat alanında geniş kesimlerce kabul edilen “her yazarın kendi romanının tanrısı olduğu” düsturuna dayanarak, romandaki karakterlerin hayatın olağan akışına ters bazı tutum ve davranışları olsa da buna yazarın tercihidir deyip geçmek gerekir.

“Üç İstanbul” özellikle tarih meraklıları tarafından okunması ve yorumlanması gereken bir dönem romanı. Böyle bir eseri edebiyatımıza kazandıran Mithat Cemal Kuntay’ı rahmetle anıyorum.               

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve newsfindy.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.