Ölünceye kadar Irkıl Hocanın sözünden çıkmadı. Irkıl Hoca uzun ömür sürdü. Bir gün Gün Han ile yalnızdı.
Ona dedi ki: ‘ Baban yüz on altı yıl hüküm sürdü. Hiçbir yazın sıcağında gölge altında, hiçbir kışın soğunda evinde uyumadı. Kılıç çalıp nice yurtlar açıp sizin hükmünüz altına koydu.
Siz altınız ve sizden doğacak olanlar hep bir ağız olup iyi geçinirseniz bu ülkeler daima elinizde kalır. Aranızda anlaşmazlık çıkarsa, değil bu alınan yerler, atadan kalıp duran yurtlar elden çıkar. Malınızda, canınızda gider.’
Gün Han ona:’ Babama öğütler, akıllar verirdiniz. Siz benim babam yerindesiniz. Neyi hoş görürseniz onu yaparım’dedi. Bunun üzerine Irkıl Hoca dedi ki:’ Babanız size çok şeyler bıraktı. Siz altısınız. Her birinizin dört oğlu var. Demek hepiniz otuz şehzadeesiniz.
Beni korkutan bir şey var ki dünya malı aranıza fesat sokmasın. Ben sürü, mal bütün serveti onlara vereceğim. Ad, lâkap ve mühüre malik olarak onlar da mümtaz olsunlar. Paylarını alınca aralarında kavga çıkmaz. Aranızda savaş ve haksızlık olmaz. Nesilleri de daima hak yolunda yürürler’. Gün Han, Irkıl Hocanın sözünü kabul etti.”
Ve günümüze kadar gerçek gücün idaresinde hizmet edenlere ışık tuttu.
Tarihimizin en güçlü döneminden bugüne değin, bir devletin bekasına dair kaderinin çizileceği tüm hayır öğütlerin ana fikri olan birlik, beraberlik, adil düzene daimi hizmet, gücü tanımlarken, gücü makam mevki hırsı şehvet ve haksızlıklarla yönetmek olarak algılayan aslen zayıf karakterli yöneticilerin var olan devletin bekasını mutlak suretle tehlikeye atacağını ve hatta devamında yok edebileceğini daima öngörmüşlerdir.
Verilen bu öğütler doğrultusunda,
İnsanlığın varlığından bugüne çıkan tüm savaşlar insanın arzu ve isteklerinin önlemeyen hırs, öfke, nefret gibi kötü duygularını üstün tutarak masumlara zulmetme potansiyellerini maksimum düzeyde orantısıza kullanması sonucudur.
Güce sahip olma, üstünlük hissi ile arzu ve isteklere boyun eğen zayıf karakterli insanoğlu bilinen en eski tarihten, bugüne kendilerini güçlü ve üstün kılacak tüm materyalleri ve üzerindeki hâkimiyetin kontrolünü sağlamak adına aklın vicdanın alamayacağı boyutlara taşımışlardır.
Soykırımlar, insanlık suçları, bir yana doğaya ve varlığa da açılan savaşlar da iyilik ve kötülük kutuplarının çatışmasında oransız şiddette tesirlerini yaşatmıştır.
Emperyalizmin, kapitalizmin ve dahi menfi tüm _izm’lerin ortak hedefi güce ulaşmak suretiyle hükmetmektir.
İnsanoğlu hükmetme hissi ile var olmuş, aidiyetlik hissinin huzurunu aramıştır. Günümüzde yaşadığımız tüm problemlerin kaynağı yine hükmetme, var olma çabaları neticesinde meydana gelen savaşlar zincirinin bir parçasıdır.
İnsanlığın varlığından itibaren dedik, bilinen en eski çağlardan, gerek ilk gerek ortaçağ gerekse yeni ve yakınçağda değişmeyen tek hedef odağı güce ulaşmak adına kaynakların yönetimini ele geçirmektir.
Toprak, su, yeraltı ve yerüstü doğal kaynaklar doğrultusunda enerji ve en nihayetinde bilim ve teknoloji…
Saldırı ve Savunma şartları da bu doğrultuda çeşitlenmiş ve değişmiştir.
Yaşadığımız bu çağın da aynı şekilde şartları ve araçları değişmiş olmasına rağmen amaç yine aynıdır. Her yaşanılan çağda yapılanlar karşıt güçler adına farklıdır.
Bu çağda saldırı veya savunma halinde olanlar yeterli donanım ve bilgiye ne kadara sahip olurlarsa olsunlar yaptıkları seçimlerin sonuçlarını ödeyecek veya ödüllendirileceklerdir.
İşte bu vaziyet dâhilinde ortak amaç olan Güç için nice medeniyetler var olmuş niceleri yine bu sebepten yok olmuştur.
Gerçek Güç, Medeniyetlerin varlığında, birlik ve beraberliğin sağlanmasında birleştirici rol oynarken, yok oluşlarında zorbalığı orantısız halde güç sayanlar gerçek gücün birleştiriciliği ile yok olmuşlardır.
Güç’ün tanımı, “Elinde imkân varken kötülük yapmamaktır, gerçek güç hayat boyunca kendisine sunulan fırsatları, evrensel doğrular çerçevesinde tercihini vicdani terazisinde adil olarak tartabilenlerle beraberdir.
Gerçek güç erdemlerle donatılmış merhametedir. Erdemli insanlar iyidir ve ahlakın bireyde işleyişinin doğru bir örneği hatta timsalidir.”
Tam da bu noktada adalet ve hâkimiyetin gerçek sahibi, gerçek gücün sahibidir diyebiliriz. O halde Birliği, zorbalıkla, adaletsizce yok saymanın hâkimiyetine aldanmış her medeniyet ve dahi insan kaybetmeye mahkûmdur.
Gerçek güce ulaşmak adına yapılacak tüm çalışmalar iyiliğin ve sevginin merkezi dâhilinde kalmaktan geçmektedir. İyiliğin gücü ile hareket eden bireyler, sayıca üstün olmasalar bile her dönemde daima kötülüğe karşı muzaffer olmuştur ve olacaktır.
Sürdürülebilir bir güce ulaşmak için gerekli olan donanımlardan İlim ve Bilim her çağda gerekli koşul olsalar da yeterli değildir, bunun yanında birlik ve beraberlik anlayışı içerisinde birliğe inanmak da gerekir.
Müspet ilim ve bilim alanında üstün başarı gösterebilen toplumlar, bulundukları her döneme ve diğer toplumlara hükmedebilirler.
Günümüzde, bilim ve teknolojik çalışmaların ülkemizde de istenilen düzeyde olmasa bile gelişmekte olduğu görülmektedir.
Umudumuz elbette yeni nesil gençlerimizde ve bu yüzden açık hedef olarak son yıllarda düzenli saldırıya maruz kalmaktadırlar.
Yapılması gereken ilk hamlelerden bir tanesi toplumsal algılarımızı bireysellikten “Bir”liğe, toplumsal bir uyanışa yönlendirmektir.
Tarih boyunca yaşadığımız ve yakın tarihimizde de yine yaşayıp gördüğümüz üzere, bağımsızlığımıza yönelik tüm haksız saldırılarda, bizler bir “an” ile biranda bir araya gelebilecek duyarlılığa sahip birliğe inanmış ve adanmış bir milletiz.
İş bu halde Birlik ve Beraberliğimizin pozitif haliyle yönlendirmelerini gelecek nesillerimize doğru bilgi ve birikimlerle aktarmalıyız.
Çağımızın bilişim, iletişim, bilim ve teknoloji cephelerinde yürütülen savaşında, benlik zehiri amaçsız tüm zihinleri zehirli sarmaşık gibi sarmalamış, bireylerden başlayan sistemli toplumsal çöküş planları dahilinde ailelerden, toplumunun geneline yayılan etkisini gün geçtikçe arttırmaktadır.
Hak ve adalet ekseni dışında negatif algı ve durumlarla beslenen tüm menfi izim’lerin ortak noktası böl-parçala-yönet eylem planlarına karşılık birlik beraberlik ve bütünleşme misyonu çerçevesinde yeni bir medeniyet inşası zamanla muhakkak kaçınılmaz hale gelmiştir.
İşte tam da bu noktada bizlerin başlangıç noktası ve yıllardır sürdürülen çalışmalar neticesinde, yukarıda bahsettiğim, diğer tüm sahalarda da gelecek nesillerimizi fikri ve hissi olarak yetiştirmeli, ilmi ve bilmi olarak gerçek anlamda ve çok yönlü olarak evrensel kabul görmüş etik değerler çerçevesinde eğitmeliyiz.
Unutmayın gerçek gücün sahibi tüm dünyada ve evrende sonsuza değin hüküm sürer.
Saygılarımla,
Güneş Altuner