Dünyamızda küreselleşmenin tezahürü her alana ve her kapsama hızlı bir şekilde sirayet etti ve etmeye devam ediyor. Her ne kadar küreselleşme karşıtlığı son zamanlarda artış gösterse bile, onlar da (küreselleşme karşıtları) bu gerçeğin bir parçası olduklarının farkında ya da kendilerini avutmaktalar. Günümüzde uluslararası örgütler açısından bakıldığında, tekil/tekli kavramlar hızla yerlerini çoklu/çoğul kavramlara bırakmaktadır. Çünkü dünyamız İkinci Dünya Savaşı’ndan kalan tek kutupluluk yolundan çıktı, küresel düzlemde çok kutupluluk kavramına evrildi. Bundan dolayıdır ki, bu evrilme, dünyamıza gerek siyasi ve ekonomik, gerekse askeri ve sosyo-kültürel olarak yansımıştır. Uluslararası örgütler, gündemi belirleyebildikleri ve koalisyon oluşturma sürecinde katalizör rolü gördükleri gibi, zayıf ve küçük devletlerin siyasal insiyatif kullanma ve bağlantı stratejisi uygulama zemini olarak da rol oynamaktadırlar. Uluslararası siyasette gözlenen en temel olgu, değişen koşulların ve bunun yarattığı yeni ihtiyaçların devletlerarası ilişkileri derinden etkilemesidir. ve ortaya çıkan yeni koşullar ve bu yeni koşullara bağlı gelişen yeni ihtiyaçlar, devletleri artan şekilde işbirliğine zorlamakta ve devletlerarasındaki fiziki ve görünmeyen sınırları giderek belirsiz hale getirmektedir. Bu olgu, uluslararası örgütlerin ortaya çıkmasında ve gelişmesinde temel belirleyici olmuştur.
G7 geride bıraktığımız yüzyılda uluslararası siyasetin şekillenmesinde ihtiyaçları gideriyordu, ancak yıllar ilerledikçe, hatta günümüz 21’inci yüzyılın ilk çeyreğinin bitirmeye az kalmışken dünyada var olan ihtiyaçları gidermek bir yana, dünyada ki kaos ve krizleri şekillendirmekten uzak kalmakta, gerçeklerinden uzaklaşmaktadır. Japonya’nın Hiroşima kentinde gerçekleşen G7 zirvesinde dünyamızı ilgilendiren birçok konu başlıkları gündem oldu. Bu zirvenin özellikle Hiroşima’da olması tüm dünyanın dikkatini ‘’nükleer’’ boyuta çekmekti. Ne var ki, ilginç olan ise Hiroşima’ya atom (nükleer) bombası atarak dünya tarihine korkunç bir şekilde giren ABD’nin G7 oluşumunda bulunmasıdır. ve burada en güçlü söz sahibi olan devletin/ülkenin ABD olmasıdır ve herhalde günah çıkarmak için Hiroşima bu yıl zirvenin yeri seçildi! Dünyanın en güçlü ‘yedi’lisine oluşumuna bakıldığında Japonya hariç resmen bir ‘’Batı’’ ittifakı olduğu apaçıktır. Ve bu zirveden Rusya ve Çin’i hedef alan kararlar çıkması şaşırtıcı olmamaktadır. Aslında G7 için olması gereken Rusya’yı tekrar bu örgüt içerisine davet ederek üye yapması, Çin, Hindistan, Türkiye, Brezilya gibi ülkeleri içine –üye- katarak daha kapsayıcı bir uluslararası siyasetin çok kutuplu/taraflı gerçeğini yansıtmasıdır.
Sonuç olarak, dünyanın güçlü ‘7’lisinin şunu idrak etmeleri gerekliliktir; dünya İkinci Dünya Savaşı sonrasında şekillenen ABD’nin tek taraflı kutuplu dünyası olmamakla birlikte, Soğuk Savaş döneminde de ‘’Batı’’ ittifakının Sovyetler Birliğine karşı mücadelesinde çift taraflı kutuplu dünyada değildir. Keza, dünya 21’inci yüzyılın gerçeklerinden ibarettir, bu gerçekler de dünyada geri kalan her kıtadaki güçlü ve büyüyen ülkelerin/devletlerin/örgütlerin varlıklarının kabullenmesinden geçmektedir. ve bir gerçek daha var ise dünya ‘’Batı’’dan ibaret değil, ‘’Doğu’’dan yükselen bir Çin gerçeği, Hindistan gerçeği, Endonezya gerçeği, Malezya gerçeği ve ‘’Türk Devletleri Teşkilatı’’ ile Orta Asya gerçeğidir. Buradan G7’lerin kendilerine sorması gereken soru şu olabilir? Bizler G7 olarak yaşanabilir, sürdürülebilir ve insanlık için paylaşıma yönelik uluslararası siyaset yapacak mıyız? Yoksa hegemonya’nın direttiği ve modern sömürgecilik olan zengin G7’lerin emperyalizm kokan bileşenleri ile şer (düşman) cepheler oluşturarak ötekileştiren mi olacağız? İşte zenginler kulübü olan dünyanın ‘7’lisi bunlara samimi cevaplar vermeli ve uygulama safhasını da ‘’uluslararası siyaset yapıcı’’ aktörlerine somut olarak göstermelidir.