Bir toplum kendisini düzeltmeden, kendine çeki düzen vermeden başkasının düzeltmesini nasıl bekleyebilir ki?
Bir insan, aynada gördüğünü nasıl eleştiremez?
Hatalarını kabul etme durumu “insan” olan için olması gereken bir özellik değil midir?
Kibir, bizi biz olmaktan öte koyan en büyük düşmanımızdır aslında. İnsan olma özelliğimizi perdeleyen, insan olma vasfımızı saklayan ve ortaya insandan daha başka bir şey çıkaran en büyük düşman.
Ve ne yazıktır ki bu kibir denen melun şey büyük bir çoğunluğumuzda tepemizden aşmış bir vaziyette bulunmaktadır.
Attığımız adımlarda, kullandığımız kelimelerde, yaptığımız hareketlerde ve maalesef benliğimizde her daim yanı başımızdan ayrılmayan bir düşman…
Makama sevdalı olur bu kibir, oturdu mu bir kez daha da kalkmak bilmez. Hep bana, hep bana der durur… Ne bir başkasının düşünceleri umurunda olur, ne de sırası. Değişim zamanı geldiğinde dahi araya birilerini ve sözü geçenleri koyarak, makamda geçen zamanı uzatmak için insanüstü bir gayret gösterirler.
Onlar, her şeyin en iyisini bilir. Onlar kusursuz ve mükemmelin doruk noktasına sahiptir. Ve onlar özel olarak yaratıldığını düşünen “zavallı” olanlarımızın ta kendisidir…
Tedavisi mümkün olmayan bir hastalık gibi görünse de çok basit bir tedavi süreci var kibrin. Yok, hükmünde saymaya başladığınız andan itibaren ilk etapta kriz dönemine girip sağa-sola saldırsa da, kuduz hastalarına giydirilen gömleğin “hayali” olanından giydirdiğinizde, kendisinden başkasına zarar veremediği ispatla mümkündür.
Ne çok var oysaki etrafımızda kibir atıyla dolaşan.
Kaf dağının ardından baktıkları gözleriyle görmek istedikleri tek şey ise kendilerine alkış tutan, en az kendileri kadar zavallı olan ve acizlik derecesinde dip yapmış olanlarımızdır. Öyle bir kaptırırız ki kendimizi kibir atının rüzgârına, ellerimizin şişkinliklerinden, alkış tutmaktan ne hale geldiğimizi dahi unutmuş oluruz.
Ne hikmetse hep bu mevsimlerde çıkarlar podyuma. Hep bu mevsimde sürgün verir dalları budakları ve hep bu zamanların meyvesidir. Yemesi tatlı, çıkarması mümkün olmayan ama kusması ise en zor olanıdır.
Ne diyelim, aynada kendimizle baş başa kalabilmek ne güzel diyelim.
Diyemiyor muyuz?
O zaman başka çare yok,
Haydi, şimdi hep bir ağızdan başlayalım türkümüze; deh deyin gızlar deh deyin, hepiniz birden kibir atıma deh deyin…
Gazeteci/Yazar
Hakan Dikmen
Anasayfa
Yazarlar
Hakan Dikmen
Yazı Detayı
Bu yazı 1386+ kez okundu.
Deh deyin gızlar deh deyin kibir atıma deh deyin!
Bir toplum kendisini düzeltmeden, kendine çeki düzen vermeden başkasının düzeltmesini nasıl bekleyebilir ki?
Bir insan, aynada gördüğünü nasıl eleştiremez?
Hatalarını kabul etme durumu “insan” olan için olması gereken bir özellik değil midir?
Kibir, bizi biz olmaktan öte koyan en büyük düşmanımızdır aslında. İnsan olma özelliğimizi perdeleyen, insan olma vasfımızı saklayan ve ortaya insandan daha başka bir şey çıkaran en büyük düşman.
Ve ne yazıktır ki bu kibir denen melun şey büyük bir çoğunluğumuzda tepemizden aşmış bir vaziyette bulunmaktadır.
Attığımız adımlarda, kullandığımız kelimelerde, yaptığımız hareketlerde ve maalesef benliğimizde her daim yanı başımızdan ayrılmayan bir düşman…
Makama sevdalı olur bu kibir, oturdu mu bir kez daha da kalkmak bilmez. Hep bana, hep bana der durur… Ne bir başkasının düşünceleri umurunda olur, ne de sırası. Değişim zamanı geldiğinde dahi araya birilerini ve sözü geçenleri koyarak, makamda geçen zamanı uzatmak için insanüstü bir gayret gösterirler.
Onlar, her şeyin en iyisini bilir. Onlar kusursuz ve mükemmelin doruk noktasına sahiptir. Ve onlar özel olarak yaratıldığını düşünen “zavallı” olanlarımızın ta kendisidir…
Tedavisi mümkün olmayan bir hastalık gibi görünse de çok basit bir tedavi süreci var kibrin. Yok, hükmünde saymaya başladığınız andan itibaren ilk etapta kriz dönemine girip sağa-sola saldırsa da, kuduz hastalarına giydirilen gömleğin “hayali” olanından giydirdiğinizde, kendisinden başkasına zarar veremediği ispatla mümkündür.
Ne çok var oysaki etrafımızda kibir atıyla dolaşan.
Kaf dağının ardından baktıkları gözleriyle görmek istedikleri tek şey ise kendilerine alkış tutan, en az kendileri kadar zavallı olan ve acizlik derecesinde dip yapmış olanlarımızdır. Öyle bir kaptırırız ki kendimizi kibir atının rüzgârına, ellerimizin şişkinliklerinden, alkış tutmaktan ne hale geldiğimizi dahi unutmuş oluruz.
Ne hikmetse hep bu mevsimlerde çıkarlar podyuma. Hep bu mevsimde sürgün verir dalları budakları ve hep bu zamanların meyvesidir. Yemesi tatlı, çıkarması mümkün olmayan ama kusması ise en zor olanıdır.
Ne diyelim, aynada kendimizle baş başa kalabilmek ne güzel diyelim.
Diyemiyor muyuz?
O zaman başka çare yok,
Haydi, şimdi hep bir ağızdan başlayalım türkümüze; deh deyin gızlar deh deyin, hepiniz birden kibir atıma deh deyin…
Gazeteci/Yazar
Hakan Dikmen
Ekleme
Tarihi: 30 Nisan 2024 - Salı
Deh deyin gızlar deh deyin kibir atıma deh deyin!
Yazıya ifade bırak !
Bu yazıya hiç ifade kullanılmamış ilk ifadeyi siz kullanın.
Okuyucu Yorumları
(0)
Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.