Koskoca iki yıl geçti. Yine hüzünler sardı etrafımı… Başörtümle, gençliğimle çok sıkıntılar gördüm. Çok içim yandı, çok ağladım, çok çaresiz kaldım. Hayallerim avuçlarımın arasından kayıp gitti. Rızıksız kaldım.
Ama kendimi teselli edecek birilerini bulmayı ümit ettim. "Benim gibi kadınlar var, onların yüreği benim kırık yüreğimi sarar," dedim. Ancak en büyük hayal kırıklığını da onlarda yaşadım. O an fark ettim ki canımı 28 Şubat değil, savunduğum haklarla aynı kıbleye yöneldiğim insanların tavırları yakmıştı. 2015’ten beri bir hak mücadelesi veriyorum. Bazen düşünüyorum: Hak savaşı verdiğim kişilerin bu hale geleceğini bilseydim, bugün Kadın Hakları Günü’nde yüreğim bu kadar yanmazdı.
Bir bardak suyun bile hakkını soran vicdanım, beni kötülükten alıkoyan Allah sevgim değil miydi? Bana Allah’la korkutmaya çalışanlar, O’nu ne kadar çok sevdiğimi bilselerdi, başıma gelen her şeyde Allah’ın beni koruduğunu anlayabilirlerdi.
Hayatım boyunca rızık korkusu yaşadım. Bunun tek sebebi, bir erkeğe mecbur kalmak istemeyişimdi. Bekarken babama, evlenince kocama muhtaç olmak istemiyordum. Çocukken, vitrinde görüp beğendiğim bir şeyi bile almak için izin istemek zorundaydım. Babam hiçbir zaman "Kızım, canın bir şey istiyor mu?" diye sormadı. Ben gururumdan istemezdim, o da anlamazdı. "Sen iste, ben alıyorum zaten," derdi. Kumanda da paranın kontrolü de hep onda olurdu.
Mağaza vitrinlerinin önünde fazla oyalanmamızdan hoşlanmazdı. "Hadi çabuk, al da çık," derdi. Çocukluğumda, sevdiğim bir şeyi seçip düşünerek almayı hiç öğrenemedim. İlçede yaşamanın bir başka zorluğu da, kıyafetlerimizi annemizin aldığı kumaşlarla diktirmek zorunda kalmaktı. Şehirden gelen akrabalarımız bayramlıklarını gösterip, “Bu marka çok kaliteli, ama şu marka çabuk yıpranıyor,” derlerdi. Marka neydi, bilmezdik.
Hayallerim öğretmenlikle başladı. İngilizce öğretmeni olmak istiyordum. Öğretmenim teneffüslerde bile sorularımı sabırla cevaplıyordu. O dönemlerde, babamla evin istinat duvarını örerken, çimento torbalarını kesip müsvette defteri yapardım. Öğretmenim, “Ne kadar tekrar edersen, o kadar çabuk öğrenirsin,” demişti. Ama babam, elektrik faturası artmasın diye erken yatmayı alışkanlık hâline getirmişti. Haber izlerken televizyonun ışığında ders çalışırdım. O günlerde, daralan imkânlar beni daha çok okumaya teşvik ederdi. En çok ay ışığında şiir yazmayı severdim. Ayla konuşur, dertleşirdim. Gökyüzü bana Rabbimi hatırlatırdı.
Kadın olarak var olmanın yolunun okumaktan geçtiğini biliyordum. Hayatta “ben de varım” diyebilmek için maddi özgürlüğümü kazanmalıydım. Bir erkeğe bağımlı yaşamayı hep güçsüzlük saydım. Ama aynı zamanda, tek başıma mücadele etmek de beni korkutuyordu. İşimi kaybedersem, birinden bir şey istemek zorunda kalırsam diye hep endişe ettim. Çünkü çocukluğumda, ne zaman bir şey istesem “hayır” cevabı almanın ağırlığını taşımıştım. İstemek bana hep eziklik hissettirdi.
Bugün Kadın Hakları Günü. Biz kadınlar hâlâ haklarımızı savunma, sesimizi duyurma ve varlığımızı ispatlama mücadelesi veriyoruz. Ancak şu soruyu da sormalıyız: Kadına en büyük zararı yine kadınlar vermiyor mu? Bir kadının mağduriyetini kurnazca kullanmak, diğer kadınların haklarına gölge düşürmüyor mu? Kadını güçlendirelim derken, erkeklerin haklarını çiğneyip ailelerin yıkılmasına sebep olmadık mı?
Bugün toplumda kadınlar erkeklerden, erkekler kadınlardan korkuyor. Resmî nikâh yerine dini nikâha sığınıyorlar. Aile bağlarımız zayıfladı, çocuklarımızı dahi etkileyemiyoruz. Oysa kadın, ailenin kolonları gibidir. Kadın sağlam eğitim alıp hak ettiği sevgiye ulaşırsa, aileler de toplumlar da güçlenir. Kadın hakları, yalnız kadınlar için değil, toplumun geleceği için de elzemdir.