Takvim yaprakları 6 Ocak 1959 Salı gününü gösterirken İstanbul’un en işlek yeri olan Sirkeci’de her zamanki gibi hareketli bir sabah. Her türden eşyaların ticaretini yapan sıralı dükkanların kepenkleri gürültüyle kalkıyor, insanlar koltuk altlarında günlük gazeteleri ve ellerinde sıcacık simit ve poğaça paketleri ile büyük adımlarla yürüyorlar. Zihinlerinde o günün işleri birbiri ardına boy gösteriyor. Alacaklar tahsil ediliyor, ödenmesi gereken borçların nereye ve ne kadar ödeneceği planlanıyor. Bu telaşlı resmi geçit sürerken, tren garının önünden vilayete doğru çıkan Ankara Caddesi’nde büyük bir patlama oluyor. Bu o kadar şiddetli bir infilak ki etkisi ile Sirkeci’nin komşu ilçeleri bile sallanıyor. Ankara Caddesi’nin Ebussuud Kavşağı kıpkırmızı, adeta bir kan gölüne dönmüş. O sırada tam oradan geçen Fatih-Beşiktaş İETT otobüsü devrilmiş ve yolcuları ortalığa savrulmuş. Dumandan göz gözü görmeyen caddede herkes sağa sola koşturuyor ve ne olduğunu anlamaya çalışıyor. Manzara korkunç. Olay yerine vakit kaybetmeden gelen itfaiye araçları öncelikle Meserret Oteli’ndeki yangını söndürmeye çabalıyorlar. Polis arabaları ve bir kısım itfaiye erleri de Neyyir Han’ın önündeler. Görünüşe göre patlama Neyyir Han’da gerçekleşmiş.
Meserret Oteli’nde çıkan yangın yan binalara sıçramaya başlamış. Bu arada Yeni Viyana Oteli, Üniversite Kitabevi ve Tan matbaası da yıkılmak üzere. Her yandan yardım çığlıkları geliyor. Bu yardım çığlıklarına cevap vermeye çalışanlar şaşkın. Yıkılmış ve yanan binalar… Ölenler… Yaralılar…
Milliyet Gazetesi’nin genç haber muhabiri İhsan ve foto muhabiri arkadaşı, önünde durdukları Neyyir Han’ın enkazından gözlerini ayıramıyorlar. Şimdiye kadar bu kadim şehir deprem, sel, yangın gibi çok felaket yaşamış ama şimdi bu olanları kimse anlayamıyor. Korkunç bir patlamanın etkisiyle savrulan, yanan insanlar ve araçlar. Tıpkı bir savaş filminden fırlayan bir sahne gibi gözler önünde.
Tam o sırada Üniversite Kitabevi’nin enkazının önünde bir hareketlilik fark ediliyor. Bir vatandaş itfaiyeciler tarafından enkaz altından çıkartılıyor. Foto muhabiri arkadaşına telaşla sesleniyor İhsan:
“Kerim, çabuk çabuk! Oraya, kitabevinin önüne koş. Bak, birini çıkarttılar!”
Saniyeler sonra oraya vardıklarında polisin tüm engel olma çabalarına rağmen diğer gazeteciler gibi kazazede ile karşı karşıyalar. Çıkarılan adam orta yaşlarda bir matbaa işçisi. Mucize eseri burnu dahi kanamamış. Sadece üstü başı toz toprak içerisinde. Hala olayın şokundan kurtulamamış bir vaziyette haykırıyor:
“Bir infilak duydum. Koca bina üstüme çöktü. Giriş kattaydım. Büyük baskı makinesi ile duvar arasına sıkıştım. Allahtan olduğum yerde kocaman bir boşluk oluştu ve orada mahsur kaldım. Aklıma hep karım ve çocuklarım geldi. İki saat dua ettim. Şanslıyım ben. Aynı yerden iki arkadaşımın cesetleri çıkmış.”
İhsan zavallı adama tam soru sormaya hazırlanırken omzunda bir elin sertçe temasını hissediyor. Arkasını döndüğünde gördüğü iri kıyım bir polis memuru. Polis donuk bakışlarla, otoriter bir sesle emrediyor:
“Gazeteciler olay yerini boşaltacaklar! Haydi haydi! Fotoğrafçını da al ve diğerleri gibi bu alanı terk et! Hem bak… Hepsi gidiyorlar”
“Tamam memur bey. Ama haber peşindeyiz. Bizim durabileceğimiz bir alan…”
Polis sözünü keserek devam ediyor:
“Cumhurbaşkanı Celal Bayar ve Başbakan Menderes buraya geliyor. Güvenlik önlemi. Tüm gazeteciler bölgeyi terk edecek. Gazetenize dönün. Gerekli bilgilendirme için vilayette bir basın toplantısı yapılacak. Oraya gelirsiniz artık.”
***
Olaydan iki gün sonra basın temsilcileri İstanbul Vilayet binasında, Vali Ethem Yetkiner’in basın toplantısı için bir araya gelmişlerdi. İhsan da dinleyiciler arasındaki yerini almış, heyecanla yapılacak açıklamayı bekliyordu. Bu toplantıya dek olayla ilgili basına tek bir bilgi verilmemiş, soruşturma polis tarafından tam bir gizlilik içerisinde yürütülmüştü. Durum böyle olunca haliyle dedikodular ayyuka çıkmış, hatta bu olayı acı 6-7 Eylül olayları ile ilişkilendirenler bile olmuştu.
Nihayet İstanbul Valisi Ethem Yetkiner, Vilayet binasının basın toplantısı için ayrılmış salonuna girdi, elindeki evraklara bakarak yavaş adımlarla kürsüye doğru yürüdü ve vakit kaybetmeden sözlerine başladı:
“Arkadaşlar…İki gün önce Sirkeci’de yaşadığımız ve şimdiye kadar on dört vatandaşımızı kaybettiğimiz feci olayla ilgili soruşturma polis teşkilatımız tarafından titizlikle sürdürülmektedir. Bu soruşturma ile ilgili siz basın mensuplarına ve dolayısıyla milletimize bilgi vermek amacıyla burada toplandık. Baştan şunu belirteyim ki toplantının sonunda soruşturmanın selameti için soru alınmayacak. Bu toplantılarımız sizi aydınlatmak icap ettiği zamanlarda tekrarlanacaktır. Takdir edersiniz ki olayın ve soruşturmanın nazikliği ve gizliliği bunu gerektirmektedir.”
İstanbul Valisi bu girişten sonra kısa bir süre sustu, salonun en arkasında bulunan ve Emniyet Müdürlüğü’nden yüksek rütbeli bir zat olduğu anlaşılan biri ile bakıştıktan ve ondan tamam işareti aldıktan sonra devam etti:
“Sirkeci’deki büyük patlama bildiğiniz gibi 6 Ocak sabahı saat onu üç dakika geçerken Ankara Caddesi üzerindeki Neyyir Han’da meydana gelmiştir. Öncelikle hanın alt katında bulunan ecza deposunda olduğu düşünülmüştür. Ancak buna yönelik bir kanıt bulunamamıştır. İkinci olarak kalorifer kazanı incelenmiş ancak burada da patlamaya sebep olabilecek bir ize rastlanmamıştır. Derken dün itibarıyla emniyet teşkilatımız, ikinci kat enkazında patlamamış durumda iki adet dinamit lokumu bulmuşlardır.”
Bu sözlerinin ardından salondaki gazetecilerden gelen heyecan nidalarının dinmesini bekleyen vali, sessizlik sağlandıktan sonra devam etti:
“Bu dinamit lokumları İstanbul Teknik Üniversitesi’nden gelen öğretim üyeleri tarafından incelenmiş ve patlamanın sebebinin dinamit olduğu kesinleşmiştir.”
Vali burada tekrar sustu, başını açıklamayı okuduğu kağıtlardan kaldırdı ve sözlerine aniden son verdi:
“Arkadaşlar… Şimdilik size vereceğim bilgi bunlarla sınırlıdır. Emniyet teşkilatımız soruşturmasına devam etmekte olup, gerekli görülen durumlarda tekrar basın açıklaması yapılacaktır. Hepinize teşekkür ederim.”
Salonda buz gibi bir hava esti. Sonuçta bu yaşanan bir kaza değil, insan eli ile gerçekleştirilmiş bir eylem, bir cinayetti. İhsan bu noktada durmamaya karar verdi. Olayı kendi imkanları ile araştıracaktı. Çok hassas ve tehlikeli bir işe girişeceğinin de farkındaydı ancak gazetecilik bunu gerektiriyordu.
***
Toplantıdan sonra gazeteye döndüğünde öğle vakti idi. Herkes yemekte olduğundan binada ilan servisinde çalışanlar dışında kimse yoktu. Öncelikle yurt içi haberler müdürü ile konuşacak, olayı takip edeceğini kendisine bildirecek ve onayını alacaktı.
Yemekten dönen müdürü ile görüşüp, düşüncesini kendisine bildirdi. Müdür bey biraz tereddütlü de olsa kendisine olur verdi ancak dikkatli olmasını ve gazeteyi güç duruma düşürecek eylemlerde bulunmaması konusunda ısrarla uyarmayı da ihmal etmedi.
İhsan gerekli izini aldıktan sonra ilk iş olarak patlamanın gerçekleştiği Neyyir Han’da bulunan işyerlerini tespit etti. Yaptığı araştırma sonucunda handa dinamit barındırabilecek tek firmanın Kumla Maden Şirketi olduğu sonucuna vardı. Şirketin sahibinin kim olduğunu tespit etmek için Ticaret Odası’ndaki gazetenin bağlantılarını kullanabilirdi.
Vakit kaybetmeden gazetenin ekonomi servisine indi ve ekonomi haber muhabiri olan arkadaşı Seyfi’ye konuyu açtı. Seyfi heyecanlanmıştı ve acele ile telefona sarılarak Ticaret Odası’ndaki tanıdığını aradı.
Şirketin iki ortaklı olduğunu öğrendiler. Can Atik ve Suphi Emre Moralı. Hemen bu iki ismi araştırmaya başladılar. Her iki ortağın bilgilerini, ikamet adreslerine varana dek Ticaret Odası’ndan sağlamışlardı. Ortaklardan biri olan Suphi Emre Moralı polis tarafından İzmir’de yakalanmış ve savcılık tarafından sorgusu gerçekleştirildikten sonra gözaltına alınmıştı. Dolayısı ile bu isim ile ilgili detaylı bir araştırma mümkün olmayabilirdi. Ancak diğer ortak olan Can Atik’ten henüz bir iz yoktu. İhsan onun adresine bir ziyaret gerçekleştirmeyi ve bulabileceği herhangi bir yakını ile görüşmeye karar verdi.
***
Ertesi gün Can Atik’in Beşiktaş Muradiye’deki evinin önüne geldiğinde heyecanı son raddesindeydi. Genç, muhabirliğe yeni başlamış bir gazeteciydi. Takip ettiği bu olayda dişe dokunur ve manşetlik bir ipucu yakalaması mesleğinde kariyer basamaklarını hızlıca çıkmasına sebebiyet verebilirdi.
Acele ile yolun kenarına park ettiği arabasından indi ve adresin yazılı olduğu elindeki kağıda tekrar göz attı. Meşveret Apartmanı, 13 numara. İşte apartmanın tam önündeydi. Daire zilini çaldı ve beklemeye başladı. Çok sürmeden apartmanın dış kapısı basılan otomatiğin etkisiyle titredi ve gürültülü bir ses çıkararak aralandı. İhsan apartmanın ağır demir kapısını iterek açtı ve içeriye girdi. Asansör yoktu ve daireye ulaşmak için dört kat merdiven çıkması gerekiyordu. Koşar adımlarla merdivenleri çıkarak dördüncü kata vardı. Her katta iki daire bulunuyordu. On üç numaranın kapı ziline bastı. İçeriden çok cılız bir kadın sesi duyuldu:
“Kim o? Buyurun, kimi arıyorsunuz?”
İhsan ne diyecekti ki? Kendisini polis olarak tanıtamazdı. Gerçek kimliğini verip , gazeteci olduğunu söylemeye karar verdi:
“Merhaba efendim. Ben Milliyet Gazetesi’nden geliyorum. Muhabir İhsan Kandemir… sizinle Can Atik hakkında konuşmak istemiştim.”
Karşı taraftan önce bir süre yanıt alamadı. Sonunda o belli belirsiz kadın sesi yeniden duyuldu:
“Ne istiyorsunuz? Dün buraya polis de geldi. Bütün bildiklerimi onlara anlattım ben Can’ın karısı olarak. Artık daha fazla konuşmak da istemiyorum!”
İhsan devam etti, kadında güven uyandırırsa konuşmayı kabul edeceğinden emindi:
“Efendim, gazetemin bana vermiş olduğu görevle Neyyir Han patlamasını araştırıyorum. Üstelik benle konuşmayı söylediklerinizin yayınlanmama şartıyla da kabul edebilirsiniz. Bu takdirde bana anlattıklarınız gazetede yazılmamak üzere bende kalır. Emin olabilirsiniz. Hem belki başarılı bir gazetecilik araştırması ile de konunun çözümüne ve kocanızın bu olayda bir suçu olmadığının ortaya çıkmasına da destek olabilirsiniz.”
Karşı taraftan yine ses çıkmamıştı. En sonunda kapının arkasındaki zincirin sürüldüğüne dair sesi duydu İhsan ve kapı bu zincirin arkasından yarım aralandı.
“Gazeteci kimliğinizi görebilir miyim?” diye sordu içeriden tek gözüyle bakan kadın.
İhsan hemen kimliğini çıkardı ve kapının aralığından görülebilecek şekilde gösterdi.
Kadın kapıyı açınca, İhsan karşısında şu iki günde yaşadıkları ile olsa gerek perişan görünümlü birini buldu. Güzel bir kadın olduğuna şüphe yoktu ancak içinde olduğu zor şartlar cazibesini geri plana atmıştı.
“Buyurun İhsan Bey” dedi kadın. “Salona geçelim.”
İhsan mahcup adımlarla salona geçti ve kadının işaret ettiği kanepeye ilişti.
“Kocanız Can Bey, halen bulunamadı değil mi?”
Kadın kafasını geriye atarak yanıtladı:
“Hayır… Patlamanın olduğu gün sabah erken evden çıktı. O zamandan beri kendisinden haber alamıyoruz. Polis de onu arıyor.” dedi. Gözleri dolmuştu, dokunsanız ağlayacak durumdaydı.
“Sizin olayla ilgili bir bilginiz var mı peki?”
Kadın bakışlarını İhsan’dan kaçırarak cevapladı:
“Bakın İhsan Bey… Kocam… Nasıl söyleyeyim size? Biz son zamanlarda birbirimizden kopmuştuk. Bunu söylemek zor ancak kocam, başka bir kadına kapılmış. Şirkette çalışan birisi. Bunu orada çalışan herkes de biliyormuş. Ben de şirket katibi Tahsin Bey’den öğrendim bunu. Bana her şeyi anlattı Tahsin Bey. Ben olayın, bu yaşananlarla ilgisi olduğunu düşünüyorum.”
İhsan şaşırmıştı. Olay aslında bir yasak aşk sonucu gerçekleşmiş olabilir miydi gerçekten?
Kadın devam etti:
“Tahsin Bey polise de ifade vermiş. Geçen ay şirkete 300 kilo dinamit aldırmış kocam ve bunların bir kısmını da handaki yazıhaneye koydurmuş”
“Gerçekten kocanız ve bu kadından haberiniz yok mu? Nerede olduklarına dair, ne bileyim yani kaçtılar mı, yoksa saklanıyorlar mı bana söyleyebileceğiniz bir şey var mı?”
Kadın “Yok İhsan Bey, bunların dışında hiçbir şey bilmiyorum. Zaten polise de aynı ifadeyi verdim. Artık ne olduğu umurumda da değil bu saatten sonra, sadece orada ölen masum insanlara acıyorum ben” diye cevapladıktan sonra gözlerinden ip gibi yaşlar akıtmaya başladı.
***
İhsan evden ayrıldıktan sonra gazetenin yolunu tuttu. Gazetenin büyük toplantı salonuna kapanacak, kimseyle konuşmayacaktı. Sadece düşünmek istiyordu. Olay aslında karmaşık gibi görünse de altında yatan şeyin bir yasak aşk hikayesi olduğunu zannediyordu. Bir yerlerden şirket katibi Tahsin’in izini bulmalı ve onunla da bir görüşme gerçekleştirmeliydi. Bu işin anahtarının Tahsin’de olduğuna adı gibi emindi.
Gazeteye geldiğinde, ertesi gün vilayette yeni bir basın toplantısı yapılacağını öğrendi. Zaten vakit akşamüzeri olduğundan gazetede kalmak yerine evine gitmeye karar verdi. Olay hakkında da düşünmeyecekti. Yarın basın toplantısında verilen bilgiler vakanın seyrini değiştirebilir ve önüne takip etmesi için pek çok yeni yol da açabilirdi.
***
Vilayet binasına geldiğinde basın toplantısının başlamasına on dakika vardı. Gazeteci kimlik kartını kapıdaki görevlilere gösterip, ismini listeden bulmalarını bekledi. Girişine izin verilince acele ile büyük salona girdi ve hemen kapının yanındaki ilk bulduğu koltuğa oturdu. Basın toplantısının gerçekleşeceği salon tıka basa gazeteci doluydu ve herkes yanındaki ile sohbet halinde olduğundan rahatsız edici bir uğultu kulakları tırmalıyordu.
İhsan çantasını ayaklarının dibine bıraktı ve beklemeye başladı. Kısa bir süre sonra vali bu kez yanında İstanbul Emniyet Müdürü ile birlikte salonun giriş kapısında görüldü. İkisi birlikte aynı anda kürsüye yürürlerken görevliler kürsüdeki mikrofonların son kontrollerini gerçekleştiriyorlardı.
Kürsüye geldiklerinde Emniyet Müdürü hafifçe bir baş selamından sonra söze başladı:
“Hepiniz hoş geldiniz. Eminim olayla ilgili meraktasınızdır ancak vakadaki bulgular somut hale gelmedikçe bilgi vermek istemiyoruz. Takdir edersiniz ki kesinleşmemiş bilgi bizce sadece dedikodudan ibarettir.”
Kısa bir süre durdu, kürsüde duran bardaktan bir yudum su aldıktan sonra devam etti:
“Kamuoyundaki son bilgi, Neyyir Han’ın enkazında bulunan patlamamış dinamit lokumları idi. Yapılan inceleme sonucunda patlamaya dinamitlerin neden olduğu netleşmişti. Handa dinamit ile uğraşabilecek tek bir şirket bulunmaktadır. İsmi Kumla Maden Şirketi. Bu şirketin iki ortağından biri gözaltına alınmış durumda. Diğer ortak Can Atik’in ise maalesef enkaz altından bu sabah saatlerinde cesedini çıkarttık. Ayrıca enkazda kendisi ile aynı yerden iki kadın cesedi daha çıkartıldı. Bu cesetlerin de kimlik tespit işlemleri halen yapılmaktadır. Yine enkazda aynı mahalde nişan yüzükleri tespit edilmiştir. Bu yüzüklerin içlerinde CA ve FB baş harfleri işli bulunmaktadır. Bunların birinin şirket ortağı Can Atik’e diğerinin ise odada bulunan kadınlardan birine ait olduğunu düşünüyoruz. Can Atik’in evli olduğu düşünülürse meydana gelen olayı şu anda terör ile ilişkili olarak değil, muhtemel bir aşk anlaşmazlığı olarak değerlendiriyoruz.”
Salonda bu konuşmadan sonra dinleyiciler içinden ayağa kalkıp soru sormak için bağırarak izin isteyen gazeteciler oldu. Ancak ilkinde olduğu gibi bu toplantıda da soru alınmıyordu.
Vali araya girerek soru alınmayacağını tekrar hatırlattıktan sonra sözü yine Emniyet Müdürü’ne devretti.
“Arkadaşlar, bir bilgi daha verip, toplantıyı sonlandıracağım. Şirket katibi olarak çalışan Tahsin isminde bir şahıs. Bu şahıs halen sorgu altında ve cesedi bulunan kadınlarla bir bağı olduğu anlaşıldı. Sorgusundan sonra aynı zamanda cesetleri de teşhis etmesi istenecektir.”
Emniyet Müdürü son sözlerini söyledikten sonra bardağında kalan suyu da kafasına dikip içti ve gazetecilere bu sırada eliyle belli belirsiz bir bekleyin işareti yaptı. İşareti alan gazetecilerin çoğu ayakta merakla beklemeye başladı. Emniyet Müdürü sesi duyulmaması için mikrofonu kapatıp vali ile kısa bir konuşma yaptıktan sonra “Arkadaşlar, bir sonraki toplantımızı yarın tekrar aynı saatte yapacağız. Katılımcı listesinde bulunan gazeteci arkadaşlarımızı bekliyoruz. Liste dışı isimler toplantıya alınmayacaktır” dedikten sonra valiyle birlikte koşar adımlarla salonu terk ettiler.
İhsan tahmininde yanılmamıştı. Polis de yavaş yavaş olayda bir aşk hikayesinin olduğu sonucuna varıyordu işte. Herhalde olay çok yakında çözülecekti. Ancak bu yasak aşkın tarafları ile birlikte kurban verilen onca insanın akan masum kanı nasıl temizlenecekti ki?
***
Ertesi gün İhsan bu kez toplantıya bir saat önce gelmiş ve kendisine daha ön sıralarda yer bulmuştu. Tüm gazetecilerin merakı gözlerinden okunuyordu. Herkes gazetesine haber geçmek için sabırsızdı. Hatta olayın çözüme bile kavuştuğu gazetecilerin haber geçmeleri için vilayet binasının girişine yerleştirilen telefon kabinlerinden anlaşılmıştı. Bu durum da salonda esen heyecan fırtınasını arttırıyordu.
Emniyet Müdürü ve Vali salona girdiğinde hemen bir sessizlik ortama hakim oldu. Bu kez basın toplantısında konuşan vali idi:
“Değerli arkadaşlar, Neyyir Han patlamasının emniyet teşkilatımızın başarılı çalışması sonucunda kısa bir sürede çözüldüğünü belirtir, kendilerini bu çalışmaları için tebrik etmeyi kendime vazife addettiğimi öncelikle söylemek isterim. Şimdi sözü Emniyet Müdürümüze vermek istiyorum. Size yaşananları tüm yönleri ve açıklığı ile anlatacaktır”
Emniyet Müdürü başı ile bir teşekkür selamı verdikten sonra söze başladı:
“Arkadaşlar, konu şirket katibi Tahsin Bal’ın da sorgusu yapıldıktan sonra ve Can Atik ile birlikte bulunan iki kadın cesedinin de teşhisi ile açığa çıkmıştır. Öncelikle Can Atik ile birlikte bulunan iki cesedin biri Feriha Bal, diğeri de annesi Ferhunde Bal’a aittir. Olay tamamen mutsuz süren bir aşk hikayesi ile ilgilidir. Şirketin ortağı müteveffa Can Atik yanında çalıştırdığı şirket katibesi Feriha Bal ile aşk yaşamaya başlamıştır. Bu aşk gittikçe alevlenmiş, hatta aralarında nişan yapmaya bile karar vermişlerdir. Can Atik bu durum anlaşılır ve karısı da öğrenir korkusuyla Feriha Bal’ı şirketten uzaklaştırmış. Yerine ağabeyi Tahsin Bal’ı almıştır. Tabii bu durumu Feriha Bal’ın ağabeyi biliyor. Sonunda annesi de öğrenmiş. Sonuçta ortada bir evlilik vaadi var ve Can Atik karısını boşadıktan sonra evlenecekler. Ama bu bir türlü gerçekleşmemiş. Olaydan bir gün önce de Can Atik ile Feriha Bal arasında şiddetli bir tartışma yaşanmış. Olay günü Feriha Hanım ile annesi şirkete konuşmak için gelmişler. Onlar gelince Can Atik, Tahsin Bal’ı şirketten uzaklaştırmak için postaneye telgraf çekmeye göndermiş. İşte ne olduysa Can Atik’in odasındaki konuşmadan sonra olmuş. Burada ağabey Tahsin Bal da bu ilişkiden haberi olduğunu ve Can Atik’in kız kardeşi ile evleneceğini ve kendisini de madende müdür yapacağını, meydana gelen olayla birlikte maddi ve manevi zarar gördüğünü belirtmiştir.”
Emniyet Müdürü bunları söyledikten sonra sesini daha da yükselterek son noktayı koydu:
“Arkadaşlar! Olay bir aşk faciasıdır. Dinamitlerin odasındaki tartışma sonucu sinirlenen Can Atik tarafından patlatıldığı barizdir. Dosya bu şekilde kapanmıştır. Gösterdiğiniz sabra ve soruşturmaya gösterdiğiniz saygıya teşekkür ederim!”
Ertesi gün gazetelerin tümü “Bir Aşk Faciası” manşetleri ile çıktı ve çoğu sadece İstanbul’da değil, Tüm Türkiye çapında ikiden fazla baskı yaptı.
Olay polise göre çözülmüştü çözülmesine ama İhsan kafasında bir sürü soru işaretleri büyütüyordu. Neden Tahsin Bal annesi ve kız kardeşinin patlama anında binada olduğunu bilmesine rağmen onları hiç aramamış ve evine gitmişti?
Ama nedense polis bunu düşünmemiş ya da düşünse bile göz önünde bulundurmamıştı.
***
Olay üzerinden tam beş yıl geçmişti. 21 Ağustos 1964 gecesi İstanbul Kuledibi’nde bir çarşıda büyük bir yangın çıktı. Yangın büyüktü ve çarşı ile beraber yanındaki apartmanlar da yanmıştı. Yangının çıktığı çarşının bekçisi olmasına rağmen her nedense yangının ihbarını Beyazıt Kulesi yapmıştı. Bekçi yangını itfaiyeye bildirmemişti bile. İfadesinde de yangın sırasında kulübesinde olduğunu ve fark etmediğini belirtti. Bu bekçinin ismi neydi? Tahsin Bal…
İhsan, Tahsin Bal ismini hemen hatırladı, bu isim bir olayda daha vardı… Evet… Sirkeci patlaması. Tüm gazeteler “Esrarengiz Bir Adam” manşeti ile çıktı ama yine bir şey olmadı Tahsin Bal’a.
***
İhsan kararını vermişti. Tahsin Bal ile bir röportaj yapacaktı. Aradan geçen zaman kendisine tecrübe kazandırmış ve bağlantılarını da arttırmıştı. Vakit kaybetmeden Tahsin Bal’ın adresini telefonuna varana kadar öğrendi.
Aynı günün akşamı telefonu çevirdiğinde kısa bir çalma sesinden sonra karşıdan donuk bir erkek sesi duyuldu:
“Alo?”
“Merhaba. Tahsin Bey ile mi görüşüyorum? Tahsin Bal?
“Evet. Ben Tahsin. Siz kimsiniz?”
“Ben Milliyet Gazetesi’nden polis muhabiri İhsan Kandemir. Tahsin Bey… Ben eğer kabul ederseniz, sizinle tamamen gazetecilik saikiyle bir görüşme gerçekleştirmek istiyorum. Hem beş sene önce yaşanan hem de bu son olayla ilgili. Toplum sizi çok yanlış tanıyor olabilir. Bu görüşme ile kendinizi bize anlatma fırsatı da bulabileceğinizi düşünüyorum.
Karşıdan gelen ses bir süre kesildi. Hatta ahizeden gelen bir soluk bile duymadı İhsan. En sonunda telefonun diğer ucundan gelen derin bir nefes sesi duydu ve herkesin merak ettiği esrarengiz adam konuşmaya karar verdi:
“Milliyet Gazetesi’nden…İhsan Bey demek. İhsan Kandemir.”
İhsan’ın cevap vermesine fırsat vermeden de devam etti:
“Adresimi, telefonumu nereden buldunuz bilmiyorum ama. Her neyse…Ben bu konularla ilgili konuşmak istemiyorum İhsan Bey… Bir soru soracağım size… Vicdan nedir bilir misiniz?”
Kendi sorusuna yine kendi cevap verdi Tahsin:
“Vicdan iyiyle kötüyü birbirinden ayırmaktır. İyiden haz, kötüden keder duymaktır vicdan. Siz hiç vicdanınızdan yükselen bir keder hissi duydunuz mu İhsan Bey?”
“Yani, şimdiye kadar karşıma bir vicdan muhasebesi yaptıracak bir olay çıkmadı diyebilirim. Çıkmışsa da sonu duyduğum kederle biten değil de pişmanlıkla biten sorgulamalar yaşamışımdır herhalde. Pişmanlık duyduğum konularda da geri adım atıp gerekli düzeltmeleri yapmışımdır. Ne bileyim? Özür dilemişimdir mesela. Kısacası düzelttiğim için de üzülmüşümdür belki ama hiç keder yaşamamışımdır bunlardan.”
“Çok güzel dediniz işte İhsan Bey. Keder ve pişmanlık. İkisinden de kaçınmak zordur. Yalnız tek farkla pişmanlık acı verici olsa da yine de insana bir kaçış fırsatı verebilir. Ama keder öyle mi ya? Kaçamazsınız. Sizi bir kere yakaladı mı bırakmaz. Benim şimdi yaşadığım, işte bu keder. Bırakın yaşayayım…Ama söz veriyorum. Konuşma fırsatım olursa eğer, konuşacağım ilk kişi siz olacaksınız.”
***
Aradan yıllar geçer. Tarih 20 Aralık 1990. Milliyet Gazetesi’nin Yayın Müdürlüğü’nün telefonu çalar. Arayan kişi ısrarla Genel Yayın Yönetmeni İhsan Kandemir’i istemektedir telefona. O kadar ısrar eder ki telefonu İhsan Kandemir’e bağlarlar. Arayan Tahsin Bal’dır ve itiraf gelir:
“İhsan Bey. Ben bu sırla yaşayarak hayatımı mahvettim. Orada ölen annem, kardeşim ve diğerleri gözümün önünden gitmiyor. Hiç değilse ben huzur içinde ölmek istiyorum. Kardeşimin Can Atik le yaşadığı ilişki beni çok kızdırmıştı. Olayı planladım ancak ben küçük bir patlama olacağını zannediyordum. Dinamitleri aldım, bulduğum çöpleri üzerlerine yerleştirerek ateşledim ve hızla binayı terk ettim. Dediğim gibi küçük bir patlama olacağını düşünmüştüm ancak onca insan öldü.”
İşte bu itirafla Neyyir Han patlaması esrarı çözülmüştü. Ancak aradan otuz yıldan fazla bir süre geçtiği için kız kardeşi ve annesi ile birlikte 38 kişinin daha ölümüne sebep olan Tahsin Bal, zaman aşımı nedeni ile yargılanmaktan kurtulmuştu.
Hikmet Demirsoy
Bodrum, 27.06.2023
Gerçek bir öyküden uyarlanmıştır.