,, ,
Hikmet Demirsoy
Köşe Yazarı
Hikmet Demirsoy
 

Antiphellos’un Uykusu

Genç kız denize dimdik uzanan tahta iskelenin en ucunda oturmuş, bacaklarını suya doğru uzatmıştı. Esen tatlı bir rüzgar ile suyun yüzeyinde başlayan çırpıntılar, batan güneşin denize sunduğu renkleri hapsetmiş, kendisine uzatılan ayaklara erişmeye çalışıyordu. Gözlerini çırpıntılardan ayırmadan oturduğu tahta zeminden hafifçe biraz daha aşağıya kaydı ve ayaklarının denizle buluşmasını sağlamaya çalıştı. Ama ne kadar aşağı kaysa da bulunduğu yerden suya yetişmesi mümkün değildi. Bundan vazgeçti ve rüzgarla burnuna daha da keskin gelen iyot kokusunu derin bir nefesle, ciğerlerinde hiç yer kalmamacasına içine çekti. Annesi evde onu arıyor olmalıydı. Akşam yemek sofrasının hazırlanması için kendisinden her zaman yardım beklerdi. Kadıncağızın gün boyunca ev işleri ile uğraştıktan sonra bu kadarını da istemeye hakkı vardı elbet. Hiç istemeden de olsa bir eli ile pantolonunun arka cebindeki telefonuna uzandı ve ekrandaki saate çekinerek baktı…Yedi buçuk… En azından bir yarım saat daha vakti vardı. Acaba mayosunu giyip kalan bu kısa vakitte kendisini denizin ılık sularına teslim etse miydi? Bu fikrinden de vazgeçti. Zaten son zamanlarda içine düştüğü kararsızlıklar kendisini çok fazla yormaya başlamıştı. Aklına yapmak istediği bir şey geliyor ama sonra hemen peşinden bundan vazgeçiveriyordu. Artık eve gitmeliydi, yavaşça oturduğu yerden kalktı ve bakışları kendiliğinden Uyuyan Dev Dağı’na kilitlendi. Adım atmaya çalıştı ama yapamadı. Kollarını kaldırmaya çalıştı, başaramadı. Aman tanrım… Ne olmuştu ona böyle? Panikledi, çığlık çığlığa koşmak istedi, ama nafile, felç geçirmiş gibi ayakta hareketsiz kalmıştı. O anda kendisini çağıran sesi duydu: “Meis… Meis… Haydi! Daha ne bekliyorsun? İkimizi de kurtarmanın zamanı geldi artık!” Genç kız şaşkındı, ağzını açtı ve aynı anda kafasının içerisinde kendi sesini duymaya başladı. Konuşabiliyordu ama ağzı hareket etmiyor, adeta bir trans halinde sözlerini hissediyordu: “Kim var orada? Ne oldu bana? Neden hareket edemiyorum?” Cevap gecikmedi: “Benim…Ben… Tanımadın mı beni? Antiphellos! Biricik sevgilinim ben senin.” Kısa bir süre duraklayıp güçlü bir şekilde iç geçiren ses devam etti: “Gerçekten tanımadın mı? Ne kadar mutluyduk seninle? Hep el eleydik… Sürekli göz gözeydik. Ne kadar mutlu bir yaşantımız vardı seninle. Hatırla ne olur!” Genç kız sesi titreyerek cevapladı: “Ben… Ben… Kusura bakmayın ancak ben tanımıyorum sizi. Hem ne tuhaf bir isim bu böyle? Antiphellos! Bırakın beni gideyim. Çok korkutuyorsunuz beni. Ne oldu bana? Yoksa bu bir rüya mı?” “Hayır Meis. Rüyada değilsin. Yıllardır beklediğimiz an geldi çattı işte. Seni bekliyordum ben. Tekrar bir araya geleceğiz. Tek yapman gereken iskelede biraz önce yapmaya çalıştığın hareketi tamamlaman. Yani ayaklarını suya değdireceksin. Sonra avuçladığın deniz suyunu havaya doğru fırlatacaksın” “Hiçbir şey anlamıyorum. Lütfen her kimseniz bırakın beni gideyim. Evet…Evet… Bu bir kabus ve ben uyanınca herşey bitecek. Uyanmam gerek” Antiphellos’un gür sesi bu sefer yankılanarak geldi. Bu ses kıza yalvarıyordu adeta: “Meis… Meis… Sevgilim… İzin ver anlatayım. Belki de anlatacaklarım her şeyi hatırlamana yardımcı olur” Genç kızın yapabileceği hiçbir şey yoktu. Artık karşı koymayacaktı. Bu kesin bir kabustu. Sonuçta uyanacak ve uyanınca da gerçek hayatına geri dönecekti. Şimdilik en iyi yapılacak şey kendisini hapseden bu varlığa karşı koymamaktı: “Tamam, peki. Kabul ediyorum ve sizi dinliyorum. Anlatın bakalım siz kimsiniz ve Meis diye hitap ettiğiniz ben kimmişim.” Kızın kafasındaki ses oldukça memnun şekilde devam etti: “ Şu karşıdaki adayı biliyorsun değil mi? Senin adını taşıyor. Meis!” “Evet, tabii biliyorum. Ama o sadece bir ada. Benimle ne ilgisi var ki?” diye şaşkınlıkla cevapladı genç kız. “Çok ilgisi var… Sen o kara parçasının insan görünümündeki ruhusun sevgilim. Sen Meis’sin!” Genç kız bu kez katılırcasına gülmeye başladı: “ Ne diyorsunuz siz? Nasıl bir kabus bu? Belki adım benziyor. Evet adım Melis ama sadece bir rastlantı bu!” “Hayır! Rastlantı değil. Sen Meis’sin. Biz uzun yıllar önce beraberdik. Birbirimizden bu şekilde ayrı değildik. Denizin sonsuz maviliğinin kıyısında yan yana uzanmış yatardık. Üzerimizdeki insanoğlu da mutlulardı. Göğüslerimizin üzerinde yaşaya dururlar, bacaklarımızın oluşturduğu patika yollarda yürürler, parmaklarımızın oluşturduğu güzel koylarda denizden faydalanırlardı. Ta ki o şiddetli depreme kadar.” Ses bu noktada aniden kesildi. Şimdi genç kızın kulaklarını acı yüklü sızlanmalar dolduruyordu. “Lütfen… Lütfen devam edin. Hikayenin sonrasını duymak istiyorum” Ses kendine geldi ve devam etti: “Hikaye değil bu Meis. Gerçek, gerçeğin ta kendisi. Nerede kalmıştım ki? Deprem… Evet deprem! O şiddetli yer sarsıntısından sonra ayrıldık. Koptuk. Sen karşıda bir ada olarak uykuya daldın. Bense burada olduğum yerde, bugünü sabırsızlıkla bekleyerek uyudum. Ama uyuduğum müddetçe hem seni hem de bu tarafın insanlarını koruma altına aldım. Bir daha böyle bir afetin olmaması için ne gerekiyorsa yaptım. Yeri geldi acımasızca sallanmaya başlayacak yerküreyi tüm bedenimle tuttum. Yeri geldi fırtınaları nefesimle savuşturarak buradan geçen tekneleri korudum. Ama şimdi herşey bitti. Zamanı geldi. Haydi… Senden istediğimi yap!” Genç kız merakla sordu: “Ne yapacaktım? Ne istemiştiniz benden? İstediğinizi yaptıktan sonra serbest bırakacak mısınız beni? “Senden istediğim şey çok basit. Bizim tekrar bir araya gelmemiz buna bağlı. Eğer bunu şimdi sen yapmazsan kendi kendine olmasını beklememiz lazım ki bu çok zor. Denizler yükselip tuzlu su ikimizin de bedeni ile kavuşunca tekrar bir araya geleceğiz. Şimdi sen ayaklarını ilk başta yaptığın gibi iskelenin üzerinden denize daldır. Sonra da avucuna deniz suyunu alıp bana doğru havaya fırlat. Seni serbest bırakacağım. İskelenin ucuna, en baştaki yerine git ve dediklerimi yap Meis.” Genç kız sanki birinin kendisini omuzlarından salladığını hissetti. Önce ayaklarını hareket ettirdi. Sonra kollarını oynattı. Hareket edebiliyordu artık. Sonra gözlerini yavaşça açtı ve annesinin kendisine kilitlenmiş gözlerini gördü. Kadın kendisini omuzlarından tutmuş, sarsıyordu. “ Melis… Melis! Uyan kızım! Haline bak. Bir saattir seni arıyorum evde. Sen de buraya gelmiş uyuyorsun. Meraktan öldürdün beni. Kalk kızım, kendine gel.” Melis iskelenin tahta zemininden ok gibi fırladı ve uyku mahmurluğu ile: “Anne. Özür dilerim, içim geçmiş burada. Akşam serinliği öyle güzel ki. Biraz deniz kokusu almak istedim. İmbat tatlı tatlı eserken kendimi kaybetmişim. Hemen toparlanıyorum. Ancak önce yapmam gereken bir şey var benim” dedikten sonra hızlı adımlarla iskelenin kenarına giderek oturdu. Annesi şaşkınlıkla kendisini izliyordu. Bu sefer daha da aşağı doğru kendisini sarkıttı ve büyük çaba göstererek ayak parmaklarının tuzlu su ile buluşmasını sağladı. Ardından hemen doğruldu ve iskelenin üzerinden koşarak yan taraftaki kumsala atladı. Annesi şaşkınlıkla onu izliyordu. Deniz kıyısına geldi, üzerindeki pantolonunun ıslanmasına aldırmayarak dizlerinin hizasına kadar suyun içerisine girdi. Avuçlarını birleştirerek aldığı suyu Uyuyan Dev Dağı’na dönerek havaya fırlattı. “Kızım ne yapıyorsun? Delirdin mi?” diye haykıran annesine aldırmayarak gözlerini uyuyan devin göz çukurlarına dikerek bekledi. Hiçbir şey olmadı. Ne dev uyandı ne de kendisinde bir değişiklik oldu. Yine aynı Melis’ti işte. İnsan Melis. “Meis” değildi o. Düş kırıklığına uğramış şekilde annesine baktı: “Anne bir rüya gördüm. Şu karşıdaki dağ şeklinde uyuyan dev benimle konuştu. Biz sevgiliymişiz.” Eliyle hemen ötedeki Meis adasını işaret ederek devam etti: “Ben aslında şu Yunan adası Meis oluyormuşum. İkimizin de suyla buluşması durumunda tekrar bir araya gelecekmişiz.” Annesi gülerek cevap verdi: “Demek bu kısa zamanda uykuya daldığın gibi bir de rüya gördün ha? İnanılmazsın sen kızım. Hayalin çok geniş senin. Hikaye yazmayı denesene bir?” “Lütfen dalga geçme anne. Rüya falan ama o kadar gerçek idi ki.” “Gerçek mi değil mi bilmem ama gördüğün rüya hem burada Kaş’da hem de karşı Yunan adası Meis’de söylenegelen bir efsanedir. Gerçekten şu yukarıdaki dağ uyuyan bir deve benzetilir. Yunan adası da yine uyur halde olan onun sevgilisi olan dev. Antik zamanda meydana gelen depremle bu iki kara parçası birbirinden ayrılmış ve iki dev sevgili kopmak zorunda kalmışlar. Rivayete göre denizler yükselip de karalar sular altında kaldığında bu iki dev uyanacak ve birlikte olmaya devam edecekler. Şimdiki zamanda da biz Türkler ve komşumuz Yunanlar bizim taraftaki uyuyan devin hem bizi hem de Meis adasındakileri kötülüklerden, belalardan koruduğuna inanırız.” Melis annesinin koluna girerek cevapladı: “Güzel bir efsane anne. Ama benim rüyam da gerçekten ilginçti. Hem bu efsaneyi bilmiyordum da şimdiye kadar” Şimdi beraberce, kol kola eve doğru yürüyorlardı. Bu sırada Melis birden kafasında rüyasındaki sesi duydu ve irkildi: “Sevgilim! Güzel Meisim. Hiç olmazsa denedik. Ancak senden istediğim şeyin doğal yollarla olması gerekiyor galiba. Bu bizim dışımızda gerçekleşmeli. Sular yükselecek, ikimizin de uyuyan bedeni tuzlu suyla temas edecek ve uyanıp yeniden eski günlere döneceğiz. Öyleyse şimdilik uyumaya devam sevgilim. Sen hep beni düşünerek yaşamaya ben de buraları gözetmeye devam edeceğiz. Ta ki kıyamet gününe kadar. Hoşça kal güzel Meis’im. Seni seviyorum!” Melis’in gözleri parıldayarak mırıldandı: “Şimdilik hoşça kal Antiphellos! Sevgilim! Seni hasretle bekleyeceğim”
Ekleme Tarihi: 04 Temmuz 2024 - Perşembe

Antiphellos’un Uykusu

Genç kız denize dimdik uzanan tahta iskelenin en ucunda oturmuş, bacaklarını suya doğru uzatmıştı. Esen tatlı bir rüzgar ile suyun yüzeyinde başlayan çırpıntılar, batan güneşin denize sunduğu renkleri hapsetmiş, kendisine uzatılan ayaklara erişmeye çalışıyordu. Gözlerini çırpıntılardan ayırmadan oturduğu tahta zeminden hafifçe biraz daha aşağıya kaydı ve ayaklarının denizle buluşmasını sağlamaya çalıştı. Ama ne kadar aşağı kaysa da bulunduğu yerden suya yetişmesi mümkün değildi. Bundan vazgeçti ve rüzgarla burnuna daha da keskin gelen iyot kokusunu derin bir nefesle, ciğerlerinde hiç yer kalmamacasına içine çekti.

Annesi evde onu arıyor olmalıydı. Akşam yemek sofrasının hazırlanması için kendisinden her zaman yardım beklerdi. Kadıncağızın gün boyunca ev işleri ile uğraştıktan sonra bu kadarını da istemeye hakkı vardı elbet. Hiç istemeden de olsa bir eli ile pantolonunun arka cebindeki telefonuna uzandı ve ekrandaki saate çekinerek baktı…Yedi buçuk… En azından bir yarım saat daha vakti vardı. Acaba mayosunu giyip kalan bu kısa vakitte kendisini denizin ılık sularına teslim etse miydi? Bu fikrinden de vazgeçti. Zaten son zamanlarda içine düştüğü kararsızlıklar kendisini çok fazla yormaya başlamıştı. Aklına yapmak istediği bir şey geliyor ama sonra hemen peşinden bundan vazgeçiveriyordu.

Artık eve gitmeliydi, yavaşça oturduğu yerden kalktı ve bakışları kendiliğinden Uyuyan Dev Dağı’na kilitlendi. Adım atmaya çalıştı ama yapamadı. Kollarını kaldırmaya çalıştı, başaramadı. Aman tanrım… Ne olmuştu ona böyle? Panikledi, çığlık çığlığa koşmak istedi, ama nafile, felç geçirmiş gibi ayakta hareketsiz kalmıştı.

O anda kendisini çağıran sesi duydu:

“Meis… Meis… Haydi! Daha ne bekliyorsun? İkimizi de kurtarmanın zamanı geldi artık!”

Genç kız şaşkındı, ağzını açtı ve aynı anda kafasının içerisinde kendi sesini duymaya başladı. Konuşabiliyordu ama ağzı hareket etmiyor, adeta bir trans halinde sözlerini hissediyordu:

“Kim var orada? Ne oldu bana? Neden hareket edemiyorum?”

Cevap gecikmedi:

“Benim…Ben… Tanımadın mı beni? Antiphellos! Biricik sevgilinim ben senin.”

Kısa bir süre duraklayıp güçlü bir şekilde iç geçiren ses devam etti:

“Gerçekten tanımadın mı? Ne kadar mutluyduk seninle? Hep el eleydik… Sürekli göz gözeydik. Ne kadar mutlu bir yaşantımız vardı seninle. Hatırla ne olur!”

Genç kız sesi titreyerek cevapladı:

“Ben… Ben… Kusura bakmayın ancak ben tanımıyorum sizi. Hem ne tuhaf bir isim bu böyle? Antiphellos! Bırakın beni gideyim. Çok korkutuyorsunuz beni. Ne oldu bana? Yoksa bu bir rüya mı?”

“Hayır Meis. Rüyada değilsin. Yıllardır beklediğimiz an geldi çattı işte. Seni bekliyordum ben. Tekrar bir araya geleceğiz. Tek yapman gereken iskelede biraz önce yapmaya çalıştığın hareketi tamamlaman. Yani ayaklarını suya değdireceksin. Sonra avuçladığın deniz suyunu havaya doğru fırlatacaksın”

“Hiçbir şey anlamıyorum. Lütfen her kimseniz bırakın beni gideyim. Evet…Evet… Bu bir kabus ve ben uyanınca herşey bitecek. Uyanmam gerek”

Antiphellos’un gür sesi bu sefer yankılanarak geldi. Bu ses kıza yalvarıyordu adeta:

“Meis… Meis… Sevgilim… İzin ver anlatayım. Belki de anlatacaklarım her şeyi hatırlamana yardımcı olur”

Genç kızın yapabileceği hiçbir şey yoktu. Artık karşı koymayacaktı. Bu kesin bir kabustu. Sonuçta uyanacak ve uyanınca da gerçek hayatına geri dönecekti. Şimdilik en iyi yapılacak şey kendisini hapseden bu varlığa karşı koymamaktı:

“Tamam, peki. Kabul ediyorum ve sizi dinliyorum. Anlatın bakalım siz kimsiniz ve Meis diye hitap ettiğiniz ben kimmişim.”

Kızın kafasındaki ses oldukça memnun şekilde devam etti:

“ Şu karşıdaki adayı biliyorsun değil mi? Senin adını taşıyor. Meis!”

“Evet, tabii biliyorum. Ama o sadece bir ada. Benimle ne ilgisi var ki?” diye şaşkınlıkla cevapladı genç kız.

“Çok ilgisi var… Sen o kara parçasının insan görünümündeki ruhusun sevgilim. Sen Meis’sin!”

Genç kız bu kez katılırcasına gülmeye başladı:

“ Ne diyorsunuz siz? Nasıl bir kabus bu? Belki adım benziyor. Evet adım Melis ama sadece bir rastlantı bu!”

“Hayır! Rastlantı değil. Sen Meis’sin. Biz uzun yıllar önce beraberdik. Birbirimizden bu şekilde ayrı değildik. Denizin sonsuz maviliğinin kıyısında yan yana uzanmış yatardık. Üzerimizdeki insanoğlu da mutlulardı. Göğüslerimizin üzerinde yaşaya dururlar, bacaklarımızın oluşturduğu patika yollarda yürürler, parmaklarımızın oluşturduğu güzel koylarda denizden faydalanırlardı. Ta ki o şiddetli depreme kadar.”

Ses bu noktada aniden kesildi. Şimdi genç kızın kulaklarını acı yüklü sızlanmalar dolduruyordu.

“Lütfen… Lütfen devam edin. Hikayenin sonrasını duymak istiyorum”

Ses kendine geldi ve devam etti:

“Hikaye değil bu Meis. Gerçek, gerçeğin ta kendisi. Nerede kalmıştım ki? Deprem… Evet deprem! O şiddetli yer sarsıntısından sonra ayrıldık. Koptuk. Sen karşıda bir ada olarak uykuya daldın. Bense burada olduğum yerde, bugünü sabırsızlıkla bekleyerek uyudum. Ama uyuduğum müddetçe hem seni hem de bu tarafın insanlarını koruma altına aldım. Bir daha böyle bir afetin olmaması için ne gerekiyorsa yaptım. Yeri geldi acımasızca sallanmaya başlayacak yerküreyi tüm bedenimle tuttum. Yeri geldi fırtınaları nefesimle savuşturarak buradan geçen tekneleri korudum. Ama şimdi herşey bitti. Zamanı geldi. Haydi… Senden istediğimi yap!”

Genç kız merakla sordu:

“Ne yapacaktım? Ne istemiştiniz benden? İstediğinizi yaptıktan sonra serbest bırakacak mısınız beni?

“Senden istediğim şey çok basit. Bizim tekrar bir araya gelmemiz buna bağlı. Eğer bunu şimdi sen yapmazsan kendi kendine olmasını beklememiz lazım ki bu çok zor. Denizler yükselip tuzlu su ikimizin de bedeni ile kavuşunca tekrar bir araya geleceğiz. Şimdi sen ayaklarını ilk başta yaptığın gibi iskelenin üzerinden denize daldır. Sonra da avucuna deniz suyunu alıp bana doğru havaya fırlat. Seni serbest bırakacağım. İskelenin ucuna, en baştaki yerine git ve dediklerimi yap Meis.”

Genç kız sanki birinin kendisini omuzlarından salladığını hissetti. Önce ayaklarını hareket ettirdi. Sonra kollarını oynattı. Hareket edebiliyordu artık. Sonra gözlerini yavaşça açtı ve annesinin kendisine kilitlenmiş gözlerini gördü. Kadın kendisini omuzlarından tutmuş, sarsıyordu.

“ Melis… Melis! Uyan kızım! Haline bak. Bir saattir seni arıyorum evde. Sen de buraya gelmiş uyuyorsun. Meraktan öldürdün beni. Kalk kızım, kendine gel.”

Melis iskelenin tahta zemininden ok gibi fırladı ve uyku mahmurluğu ile:

“Anne. Özür dilerim, içim geçmiş burada. Akşam serinliği öyle güzel ki. Biraz deniz kokusu almak istedim. İmbat tatlı tatlı eserken kendimi kaybetmişim. Hemen toparlanıyorum. Ancak önce yapmam gereken bir şey var benim” dedikten sonra hızlı adımlarla iskelenin kenarına giderek oturdu. Annesi şaşkınlıkla kendisini izliyordu. Bu sefer daha da aşağı doğru kendisini sarkıttı ve büyük çaba göstererek ayak parmaklarının tuzlu su ile buluşmasını sağladı. Ardından hemen doğruldu ve iskelenin üzerinden koşarak yan taraftaki kumsala atladı. Annesi şaşkınlıkla onu izliyordu. Deniz kıyısına geldi, üzerindeki pantolonunun ıslanmasına aldırmayarak dizlerinin hizasına kadar suyun içerisine girdi. Avuçlarını birleştirerek aldığı suyu Uyuyan Dev Dağı’na dönerek havaya fırlattı.

“Kızım ne yapıyorsun? Delirdin mi?” diye haykıran annesine aldırmayarak gözlerini uyuyan devin göz çukurlarına dikerek bekledi.

Hiçbir şey olmadı. Ne dev uyandı ne de kendisinde bir değişiklik oldu. Yine aynı Melis’ti işte. İnsan Melis. “Meis” değildi o.

Düş kırıklığına uğramış şekilde annesine baktı:

“Anne bir rüya gördüm. Şu karşıdaki dağ şeklinde uyuyan dev benimle konuştu. Biz sevgiliymişiz.”

Eliyle hemen ötedeki Meis adasını işaret ederek devam etti:

“Ben aslında şu Yunan adası Meis oluyormuşum. İkimizin de suyla buluşması durumunda tekrar bir araya gelecekmişiz.”

Annesi gülerek cevap verdi:

“Demek bu kısa zamanda uykuya daldığın gibi bir de rüya gördün ha? İnanılmazsın sen kızım. Hayalin çok geniş senin. Hikaye yazmayı denesene bir?”

“Lütfen dalga geçme anne. Rüya falan ama o kadar gerçek idi ki.”

“Gerçek mi değil mi bilmem ama gördüğün rüya hem burada Kaş’da hem de karşı Yunan adası Meis’de söylenegelen bir efsanedir. Gerçekten şu yukarıdaki dağ uyuyan bir deve benzetilir. Yunan adası da yine uyur halde olan onun sevgilisi olan dev. Antik zamanda meydana gelen depremle bu iki kara parçası birbirinden ayrılmış ve iki dev sevgili kopmak zorunda kalmışlar. Rivayete göre denizler yükselip de karalar sular altında kaldığında bu iki dev uyanacak ve birlikte olmaya devam edecekler. Şimdiki zamanda da biz Türkler ve komşumuz Yunanlar bizim taraftaki uyuyan devin hem bizi hem de Meis adasındakileri kötülüklerden, belalardan koruduğuna inanırız.”

Melis annesinin koluna girerek cevapladı:

“Güzel bir efsane anne. Ama benim rüyam da gerçekten ilginçti. Hem bu efsaneyi bilmiyordum da şimdiye kadar”

Şimdi beraberce, kol kola eve doğru yürüyorlardı.

Bu sırada Melis birden kafasında rüyasındaki sesi duydu ve irkildi:

“Sevgilim! Güzel Meisim. Hiç olmazsa denedik. Ancak senden istediğim şeyin doğal yollarla olması gerekiyor galiba. Bu bizim dışımızda gerçekleşmeli. Sular yükselecek, ikimizin de uyuyan bedeni tuzlu suyla temas edecek ve uyanıp yeniden eski günlere döneceğiz. Öyleyse şimdilik uyumaya devam sevgilim. Sen hep beni düşünerek yaşamaya ben de buraları gözetmeye devam edeceğiz. Ta ki kıyamet gününe kadar. Hoşça kal güzel Meis’im. Seni seviyorum!”

Melis’in gözleri parıldayarak mırıldandı:

“Şimdilik hoşça kal Antiphellos! Sevgilim! Seni hasretle bekleyeceğim”

Yazıya ifade bırak !
Okuyucu Yorumları (0)

Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.

Yorum yazarak Topluluk Kuralları’nı kabul etmiş bulunuyor ve newsfindy.com sitesine yaptığınız yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan tüm yorumlardan site yönetimi hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Sitemizden en iyi şekilde faydalanabilmeniz için çerezler kullanılmaktadır, sitemizi kullanarak çerezleri kabul etmiş saylırsınız.