Mümtaz Bey, eski fotoğraflarla dolu olan kutunun önünde bir an durakladı. Her zaman cebinde taşıdığı cep telefonunu yavaşça sehpaya bıraktı ve gümüş bir çerçeve içinde duran evlilik fotoğrafına bir süre dalıp gitti. Geçen yıl amansız bir hastalık, 20 yıllık hayat arkadaşını kendisinden almıştı. Şimdi hayatta tek varlığı hayırsız bir adam ile evli olan kızıydı. Ama o da annesinin ölümünden beri kendisini ne arıyor ne de soruyordu. Mümtaz Bey bu duruma çok üzülüyordu.
Bir anda bu düşüncelerden sıyrılarak kendini koltuğa bıraktı. Gözü tekrar koltuğun dibinde duran fotoğraf kutusuna gitti. Fazla düşünmeden kutuyu aldı ve kapağını açtı. Eski fotoğraflar kendisine bakıyordu. Siyah beyaz çocukluğunun fotoğrafları mı yoksa eşi ile anılarını canlandıran renkliler mi? Eline siyah beyaz fotoğraflardan bir tomar aldı. Üzerinde geçmiş zamanın izlerini taşıyan, oldukça yıpranmış bir fotoğraf dikkatini çekti. İlkokulda okuma bayramı. Kendisi arı kostümü içerisinde kanat çırpıyor. Sahnede başka bir öğrenci şiir okuyor ve diğer öğrenciler de çiçek kılığında, arının kendilerinden bal almasını bekliyorlar.
Mümtaz Bey bu fotoğrafı görünce hafızası bir film şeridi gibi çalışmaya başlamıştı. Ailenin tek çocuğu idi. Kendisinin üzerine titreyen bir anne babaya sahipti. Okul çağına geldiğinde anne babası, en iyi eğitimi alması için seferber olmuştu. İlkokula başlamadan önce iyi bir öğretmen bulunması gerekiyordu. Çevreden soruldu ve bir öğretmende karar kılındı. Ancak bir sorun vardı, bulunan öğretmen onun okula başladığı sene ikinci sınıfları okutacaktı. Ne yapmalı etmeliydi de Mümtaz’ı bu öğretmene vermeliydi? Öğretmenle görüşüldü. Öğretmen, Mümtaz’a okula başlamadan bir yıl önce her gün ders vermeyi, okuma yazmayı öğretmeyi kabul etti. Bu sayede Mümtaz birinci sınıfı hiç okumayacak, ikinci sınıftan bu öğretmenin sınıfından okula başlayacaktı.
Dersler başladı ve gittikçe ağırlaşarak devam etti. Aradan bir süre geçtikten sonra Mümtaz okumayı ve yazmayı söktü. Fakat derslerin yoğunluğundan öyle bunalmıştı ki tuhaf bir çocuk olup çıkmıştı. Sık sık uykusundan kabuslarla uyanıyor, sebepsiz yere ağlama krizlerine giriyordu. Annesi ve babası bunun üzerine telaşlandılar ve doktorunun da tavsiyesi ile Mümtaz’ı ikinci sınıftan başlatma sevdasından vazgeçtiler. Çocuklarının sağlığı onlar için her şeyden önce gelirdi. Mümtaz’ın buradan tek kazancı birinci sınıfa başlamadan önce okumayı sökmesi olmuştu.
Mümtaz içine kapanık olarak yetişen, adeta ağzı var dili yok bir çocuktu. Okula başlamadan evvel erken yaşta aldığı yoğun dersler nedeniyle şimdi daha da kabuğuna çekilmişti. Bu durumu okula ilk başladığı günlerde de kendini hissettirdi ve okuyabildiğini kimselere söyleyemedi. Arkadaşları ile beraber sanki okumayı yeni öğreniyormuş gibi hareket ediyordu.
Bir gün okulda öğretmeni annesini gördü ve Mümtaz’ın durumu ile ilgili bilgi vermek istedi:
“ Şahsine Hanım, Mümtaz henüz tam olarak okumayı sökemedi, ama yakındır, merak etmeyin, iyi gidiyor.”
Annesi şaşırdı ve hayretle:
“Nasıl olur hoca hanım? Mümtaz okumayı bilir” dedi.
Bu kez şaşırma sırası öğretmendeydi:
“Nasıl bilir, anlayamadım?” diye sorunca, anne olanı biteni öğretmene anlattı.
Bunun üzerine öğretmen yine hayretler içerisinde, biraz ötede duran Mümtaz’a seslendi:
“Mümtaaz! Gel oğlum bakayım buraya!”
Mümtaz başına geleceği anlamıştı, hızlı adımlarla yaklaştı.
Öğretmen elindeki bir kitabın ilk paragrafını göstererek:
“Oğlum, oku bakayım hızlıca şurayı” demesi ile Mümtaz kendisine gösterilen yazıyı bir solukta adeta motor gibi okudu.
Öğretmen:
“E be oğlum, aşk olsun sana, sen okumayı biliyorsun da bu kadar zamandır ne diye söylemedin ki bize?”
***
Sonraki gün öğretmeni sınıfta Mümtaz’ı tahtaya kaldırarak, eline bir hikaye kitabı verdi ve bunu bütün sınıfa okumasını istedi. Mümtaz tepeden tırnağa kadar kıpkırmızı kesilerek, kendisine verilen kitabı yüksek sesle hiç takılmadan okumaya başladı. Şaşırma sırası şimdi arkadaşlarındaydı.
O günden sonra Mümtaz okumayı öğrenen çocukların yakasına takılan arı rozetini gururla taşımaya başladı. Her gün beslenme saatlerinde öğretmeninin kendisine verdiği hikaye kitaplarını sınıf arkadaşlarına büyük bir şevkle okuyordu.
Tüm sınıf okumayı söktükten sonra sıra, o zamanlarda bir birinci sınıf geleneği olan Okuma Bayramı düzenlemeye gelmişti. Bir gün öğretmeni Mümtaz’ı yanına çağırdı:
“Mümtaz, sana bayramımızda vereceğim rolü buldum. Sen yakanda duran arı rolünde olacaksın. Sahnede bir arkadaşın şiir okuyacak. Müzik çalacak ve sen de çalan müziğe uygun olarak dans edeceksin. O esnada da sahnede çiçek kılığındaki arkadaşlarına gidip tıpkı bir arı gibi bal alacaksın. Ne dersin, yapar mısın?”
Mümtaz sevinçle bağırdı:
“Yaparım öğretmenim, hem de çok güzel yaparım!”
***
Mümtaz Bey anılarının dayanılmaz büyüsü altındayken birdenbire yüzünde bir gülümseme hissetti ve kendini toplayarak yüksek sesle söylendi:
“Ne oluyor bana? Sanki Çiğdem’in vefatından beridir ilk defa gülümsedim!”
Kendisini gülümseten fotoğrafa tekrar bakarken bir anda telefonunun çaldığını duydu. Gözü telefona gitti, arayan kişinin kim olduğu ekrandaydı. Dudakları titreyerek okudu:
“Kızım”
Çocukluğundan kopup gelen anıları Mümtaz Bey’i uzun zaman sonra ilk kez gülümsetmişti. Ama gelen bu çağrıdan sonra şimdi de, o eski fotoğrafın üzerine damlayan gözyaşlarına engel olamıyordu.