Hayır, sandığınız gibi “bu bayrama Ramazan Bayramı mı yoksa Şeker Bayramı mı demeliyiz” konusunda yazmayacağım. Adına “Ramazan” veya “Şeker” de deseniz sonuçta bayram bayramdır, değil mi? Bir şeylerin kutlandığı, aile fertlerinin bir araya geldiği özel günlerdir bayramlar.
Yoksa siz bayramlarda hoş sohbetlerde bir araya gelindiğini, el öpüldüğünü, gülüp eğlenildiğini görememiş kuşaktan mısınız? O takdirde yazıyı okumaya mutlaka devam edin. Eminim ki okuduklarınız, karşılamak üzere olduğumuz bu bayramdan farklı tatlar almanızı sağlayacaktır.
Görmüş geçirmiş, benimle aynı kuşağa mensup olanlara da bir tavsiyem var. Siz ya bu eski bayram adetlerini devam ettirmeye çalışan gruptasınızdır ya da geçmiş zaman ipinin ucunu bırakmayı tercih etmişinizdir. Hangi tarafta olursanız olun yine de o eski bayramların büyüsünü hatırlamak için okumaya devam edin. Pişman olmayacaksınız.
Ya benim üst kuşağım? Mutlaka onlar da eski bayramların insanı mest eden güzelliğini arıyorlardır. Siz de okuyun lütfen. Belki de bu sayede şimdiki zamanın kargaşasında uçup giden, çok iyi bildiğiniz o eski güzel adetlerden kopartılan bayramlarımızı tekrar yakalayabilirsiniz.
O zamanlar çocuk da olsanız yetişkin de bayram telaşınız bir hafta önceden başlardı. Başlama noktası ise bayram alışverişi olurdu. Bayramlarda yeni kıyafetlerin giyilmesinin sevap olduğu öğretilmişti bize. Ailenin çocukları için yeni kıyafetler ve ayakkabılar alınır, kıyafetler temizlenip ütülendikten sonra bayrama kadar gardıropta asılı kalırlardı. Aynı şekilde ayakkabılar da yeni olmasına rağmen tekrar cilalanır, boyanır ve ayakkabılıkta beklemeye geçerlerdi. Bayram gününden önce çocuk yüreğimizin heyecanıyla, kimselere görünmeden kaç kere kıyafetimizi ve ayakkabımızı seyretmişizdir, hatırlar mısınız?
Arife gününün heyecanı, telaşı ve koşuşturmacası ertesi gün gelen bayramın huzur ve mutluluğunun müjdeleyicisidir. O gün evin hanımları bayramda ağırlayacağı konuklarına ikramlarını hazırlar, temizlik yaparlardı; baba ise son alışverişleri, özellikle mutfağın eksiklerini tamamlardı. Çocuklar mı? Onlar özgürce bayram hayallerine devam ederlerdi. Alacakları bayram harçlıkları, yiyecekleri tatlı ve çikolatalar… Bu hayaller yaptıkları bayram banyosu ile bölünse de hayal kurmaya kim ket vurabilirdi ki? Akşam yatağa girene kadar hayallere devam. Eğer bayram heyecanı onları uyutursa bu sefer de o hayallerin süslediği rüyalar aleminde yolculuk…
“Bugün bayram, erken kalkın çocuklar…” Tıpkı rahmetli sanatçımız Barış Manço’nun bu şarkısında olduğu gibi, ama tek bir farkla. Bayram sabahı sadece çocuklar değil tüm ev halkı erken kalkardı. Baba namazdan döndükten sonra maaile oturulan kahvaltı sofrasının doyumsuz lezzetini hatırlar mısınız? Normal zamanlarda hayat pahalılığından evlere uğramayan kahvaltılıklar bile olurdu o sofralarda.
Çoğu zaman açık olan bir radyodan kahvaltıya eşlik eden bayram şarkıları ve hoş sohbetin eşlik ettiği kahvaltı bittikten sonra ziyaretlere hazırlık safhası başlardı. Baba radyodaki şarkılara kendi sesiyle devam ederek sinek kaydısını olur, anne çocukların bayramlıklarını giymesine eşlik ettikten sonra kendisi hazırlanırdı. Çocuklar için bayram sabahının en sıkıcı anları giyindikten sonra anne babayı beklemekti. Bu bekleme süresini bazılarımız boy aynasının önünde kendimizi seyrederek geçirirdik. Sonuçta herkes hazır olduktan sonra evin salonunda toplanma ve bayramlaşma vakti gelirdi. Çocuklar orada ilk harçlıklarını babanın elini öptükten sonra alırlardı. Bu sırada sanırım çoğu çocuk annesinden şu nasihati almıştır: “Yavrum! Dikkat et aldığın harçlıkları düşürme. Güzelce katla ve cebine koy. İstersen bana da verebilirsin, çantama koyarım” Ama annemiz bile olsa harçlığımızı başkasına emanet etmeyi istemezdik. Güzelce katlar, cebimize koyar ve elimizle sıvazlardık cebimizdeki parayı. Bu hareketin sebebi de bundan sonra gelecek harçlıkların bereketli olmasını sağlamaktı.
Birinci gün ilk istikamet aramızdan ayrılan aile büyüklerimizin kabirleri olurdu. Çocuk aklımızla mezarların ayakları ucunda durursak orada yatanların bizi görebildiklerine inanırdık. Herkesten önce koşup, orada durduktan sonra da duamızı okurduk.
Genelde bayramlarda aile ziyaretleri bir sıraya göre yapılırdı. Bu sıra ailenin anne ve babamızdan bir derece büyük olanlarından başlar ve en büyüğe kadar giderdi. Dolayısıyla bayram ziyaretleri o sırada hayattalarsa dede, büyükbaba, anneanne ve babaannede biterdi. En son gidilen yerde de bayram yemeği olarak adlandırılan, akşam yemeğini yerdik.
Koca bir bayram günü böylelikle mutlu bir şekilde biterdi. Eve dönüldüğünde de vakit kaybetmeden ertesi güne dinç başlamak için yatılırdı. Zira ertesi gün misafir ağırlama sırası bizim ailemize geçerdi. Bu kez de anne ve babamızdan küçük olan akrabalar bizim eve bayram ziyaretine gelirlerdi.
O günleri arıyor muyum? Çocuk aklımla evet; gençlikte daha az… Ama şimdi daha kocaman bir evet. Aramak fiili belki de hayat şartlarımıza bağlı olarak da değişiyor. Günümüz toplumlarına egemen olan tüketim çılgınlığı eski bayramları da tüketti. Şimdiki çocuklar işlemeli kumaş bir mendilin ya da yeni bir çorabın arasına konmuş mütevazı bir harçlıkla tatmin olmuyorlar. Evin büyükleri geçim derdinde. Kimsenin evlerinde bayram temizliği yapmaya ve misafir kabul etmeye niyeti ya da niyeti olsa bile gücü yok. Asıl işte bunlar bayram mutluluğunun olmazsa olmazları değil miydi? Bu bayramda olmazları olur yapmayı denesek? Hem belki o zaman ramazan ya da şeker adı ne olursa olsun bayram demenin saf bir mutluluk demek olduğunu da hatırlarız.
Bayramınız kutlu olsun…