Toplum Sosyolojisi ve Yozlaşma yazımızın ikinci bölümünü yazmaya devam ediyoruz. Siyasetin doğasını anlamak için Ortaçağa bakmak durumundayız, Orta Çağ’da kamu düzeni sadakate bağlıdır, güveni kırmak, biat etmemek, eleştirel davranmak, düzensizlik, istikrarsızlık, en büyük suç ve günah sayılmaktadır. Orta Çağ’da biatı borç sözleşmesi olarak ele alabiliriz, iki taraflı edim ve yükümlülükleri olan ortak irade birliğidir, taraflar olan Lord ve Vasal arasında bir teamül olan sadakat anlaşması yapılır, Lord korunma sağlar; Vasal ise sadakat ile hizmet eder.
Lord kelimesi efendi demektir, loaf kelimesinden gelir, ekmek verendir, Vasal ise oğul demektir, efendinin ekmeğini yer ve savaş durumunda onu savunur, biat eder, adamıdır yahut evlatlığıdır. Karşılıklı güven olmazsa olmaz koşuldur. Kutsal metinlerde de biat önemli yer tutar, Şeytan Tanrı’ya biat etmez, lanetlenir ve dışlanır, düzen bozucudur, sevilmeyen ve güvenilmez olarak sembolize edilir. Yine İsa’ya ihanet eden Yahuda’da İsa’ya yahut İsa’nın getirdiği dine biat yoktur, bununla beraber ihaneti getirir, çünkü din koşulsuz inanmasını, boyun eğmesini bekler, aksi halde kuşkuya yol açacağı ve kuşkunun da olumsuz sonuçlar doğuracağı bilinir, nitekim sonunda Yahuda İsa’ya ihanet eder, ruhu yükselir bedeni ise çarmıha gerilir, peygamber katli günahların en büyüklerinden biridir; biat etmemenin sonunun ihanete gideceği kuşkusuzdur.
Da vinci “son akşam yemeği” tablosunda bu ihaneti anlatır, yine Dante İlahi Komedya’da Yahuda ile birlikte Sezar’ın güvenip evlatlık aldığı fakat onu öldüren komplonun içinde yer alan Brütüs’ü ve en yakını Cassius’u cehennemin en alt tabakasında canlandırır.
Aydın, şair, dil bilimci, politikacı ve düşün adamı olan Dante de döneminin Aydınlarından biridir, biat etmez, ölüm cezasına çarptırılsa da sürgünle kurtulmuştur. Sürgünde gördüğü bir iyilik karşısında kendini borçlu duyarak minnetin zorluğunu ifade edebilmek için “Başkasının ekmeğinin nedenli tuzlu, başkasının merdiveninden çıkmanın nedenli zor olduğunu göreceksin” dizeleriyle biat etmemenin kendi ayaklarıyla durmakta zorluklara neden olacağını, başkasına minnet etmenin de farklı bir zorluk olduğunu, dik durmanın bedelinin ağır olduğunu göstermiştir. Aydınlar böyledir, biat etmezler, düzen bozucu, biçici ve tırpanlayıcı olarak doğruları konuştukları için kimse tarafından sevilmemeye yol açacağını bile bile yazarlar, eleştirileri Biat Kültürü içinde hoş karşılanmaz, çünkü doğrular acıtır, siyasetçiler, zenginler ve senatörler tarafından istenmez, bu sebeple kimi zaman sürgün kimi zaman da kurtulamayıp idam edilirler. Ortaçağ’da bilmeye, aydına, danışmana gerek yoktur.
Machiavelli de Prens adlı kitabında Roma ile Sparta’nın yüzyıllarca kendi orduları ile sadakat içinde savaştıklarını, özgürlüklerinin de halktan kurulan ordular tarafından sağlandığını anlatırken, hemen sonra hemen Kartacalılara gelerek onların Romalılara karşı ilk savaştan sonra kendi paralı askerlerince alt edilmek üzere olduklarını yazar, hem de komutanı Kartacalı olmasına rağmen sadakat sağlanamaz, parayla biat sağlanamaz, ortak çıkar ilişkisinin ucunda ölüm varsa insanoğlu kendisi feda etmez, sadece yüce bir ülkü karşısında ölüme gideceğini paralı askerlerin sadakatinin de para olduğunu anlatır. Machiavelli’ye gelirsek doğruları konuşmakta gecikir, talih yardımcısı olmaz, bildiklerini tümüyle anlatınca ona ihtiyaç kalmaz, sürgün edilir, yeniden yakalanır, işkenceden geçirilir, en sonunda köylülerle yaşamaya ve bir ömür köy kahvehanesinde dedikodu yapmaya mahkûm edilir.
Siyaset asla ama asla bilgili ve biat etmeksizin konuşan Aydınlardan hoşlanmaz, bunun yerine hemen her konuda astın üstü övmesi yani yalakalık, astın üstün kararlarını koşulsuz yerine getirilmesini yani sadakati sever, yerilme, kararların sorgulanması, kuşku, itaatsizliği beraberinde getireceği için eninde sonunda güvensizlik ve ayrılıklara neden olur, ayrılan ihanetle suçlanır. Tabi doğrular konuşulmadıkça ve eleştirel düşünce yerini sığ propagandaya bırakınca Toplumsal Yozlaşma ve bozunma başlar…
İşler yolunda gidince, Hükümdarın suyundan giderek cebini dolduran orta çağ zenginleri ve senatörleri siyasi alanda zeki ve temkinli bir siyasetçi portresi çizerek asla ihanet edecek hareketler sergilemezler, eleştirel davranışlar sergilemezler, körelirler, artık sistemde doğruları kimse konuşmaya cesaret edemez, Gregor Samsa gibi yaşadığı düzenin baskısıyla, böcekleştiğini ve ancak mırıltı ile konuşabilirler, siyasette eleştirel düşünce, dil ve edebiyat yeraltına inince bitme noktasına gelir, eleştirel düşünce birimlerinde unutkanlık kalıcı hale gelir. Roma Cumhuriyetinde Senatörlerin Diderot’un ünlü romanı Rameau’nun Yeğeni türünden işin kilit noktasını çözerek yalakalıkla gününü geçirdiğini biliyoruz, filozofik düşüncelerden kaçınma, zamanın akarak hükümdarın gözüne girebilmek için anlık görüntüler çizme (resimler verme), entelektüel seviyelerini yok ederek ortaçağ seviyesinin altına çekmekte ve bir hiç gibi, basit, ortalama insan gibi yaşamakla zamanlarını öldürürler..
Bilinir ki Siyaset Aydınlardan hoşlanmaz, yalaka ve dalkavukları sever, sadakat yalakalıkla ve biatla sağlanır, bu bağlamda en büyük günahları Aydınlar işler çünkü olacakları önceden bir ulak misali haber verirler…
Buraya kadar Toplum Sosyolojisinin Bozunmasına neden olan “Yozlaşmanın” sadakat, dalkavukluk ve yalakalık ekseninde incelemesini yaptık, yozlaşma olgusunun derinlemesine fotoğrafını çekmeye devam ediyoruz, bunun için de kaçınılmaz olan bazı kavramları derinlemesine de incelemiş olduk, bunlar Ortaçağdaki Siyaset, Biat, Aydın, Eleştirel Düşünce, Düşüncenin Körelmesiydi. Yozlaşma beraberinde Halkın kaçınılmaz olarak toplumsal düzen kurallarına riayet etmemesine ve kanunları takmamasına neden olacak en tehlikeli süreçtir.
Yazımızın 3. Bölümünde Toplumsal Yozlaşmayı düşünsel dünyamızda tartışmaya devam edeceğiz.
Saygılarımla…