Koskoca bir tarihin taş yığınlarının arasında kalmasıdır çaresizlik ve korku...
Gökten inen bombalarla tüm hayallerin, geçmişin birden elinizden alınmasıdır sefalet ve mazlumiyet...
Sıcacık yuvanın, ailenizle birlikte yok olması, küçücük bir yüreğin gözlerinden akan gözyaşıdır savaşın hasarları...
Daha ne olduğuna anlam veremeden evladının ölümünü izlemek zordur. Filistin'de, Gazze'de anne olmak, kadın olmak, çocuk olmak, tek kirlenmeyen gözyaşını çocukların yanağından düşerken izleyip çaresiz kalmak nasibine düşer.
Hani bir çocuk diyordu ya: "Sizi Allah'a şikayet edeceğim." Bu yalvarışları, gözyaşını, zulmü, esareti, katliamı, soykırımı haberlerde izlerken, kaçımızın aklına gelip kendisine "O çocuk ne durumda?" diye sorduk? Hangimiz bir babanın, başı kopmuş evladını eline alarak "Ey Müslümanlar, neredesiniz?" haykırışına rağmen nasıl yastığa başımızı koyup uyuduk? Hangimiz soyumuz kurumasın diye evlatlarının her birini bir eve yerleştirip ölümü bekleyen anne-babanın yüreğindeki korkuyu hissettik? Hangimiz sofrada yemek yerken, o çocuklar kurşun yediğini düşünerek, o lokmaları yutabildik?
Her gün mezarlığa giden çocuğa "Neden gidiyorsun?" dendiğinde "Annemi özledim" diye mahsunlaşırken, parça parça olan çocukların, kadınların, insanlığın halini izleyip sen hiç insanlığından, yapılanlardan utandın mı?
Çocuklarını pamuklara sarıp uyuyorken, bir annenin çocuğunu kefene sarıp bağrına basarak "Allah'ım, başka çocuk acısı gösterme" diye yalvarışını görmez misin?
Kadınların, çocukların kaçırılıp organlarının alınarak, kadavralarının poşetlere basılıp atıldığını, dünya organ naklinin merkezini tüm Müslüman organlarıyla sağlayan katil İsrail'in insanlık dışı katliamını görmeyen dünya, gözlerini kapatıp sessizlikle ölü taklidi yapıyor.
Çocuklar şehit olurken masum minicik gözlerindeki korku, ellerinde bir parça yerden bulduğu otu yerken, gözlerime, açlıktan demiri yalayan kız çocuğu ilişiyor. Yemek yanmış, bugün ne yiyeceğim telaşesi, çorbanın yanına ara yemek ne olsa, öyle mi Nur?
Yutkunuyorum ama boğazım düğümleniyor. Gözlerimden derin bir gözyaşı akıyor sanki yüreğimden kan sızdırıyordu.
Sonra "Çocuklarımızın Sessiz Çığlığına Ses Olalım" projemiz aklıma geldi. Engelli çocuklarımızla birlikte, Gazzeli Türkiye'de tedavi olan 150 çocukla etkinlik yapmıştık. Biraz olsun savaşın gözlerinde, yüreklerinde bıraktığı izleri, korkuyu silmeyi istemiştik. Ey dünya, diyecektik, "Bak engelli çocuklarımız, çocukların diliyle kardeşlerine sahip çıkıyor."
Çocuklar salona koşarak girdiler. "Nur abla!" diye koşarak gelen bir bacağı olmayan, koltuk değneğiyle bana doğru koşan çocuk yere düştü. Bacağı kanamaya başladı. Hemen kaldırdık ve sarılıp yerine oturttuk. Diğeri kucağıma al diye paçama sarıldı, kucağıma aldım. Sarıldım, bir yanında bir hafiflik hissettim. Bilekten aşağı eli yok. Sadece yutkunabildim ama o tükrük nasıl bir yumruk oldu boğazıma, bilmiyorum. Palyaçolarla, gösterilerle eğlendiler ama ben ne de mutluydum. Birkaç saat o çocuklarla yaralı diyip geçiştirdiğimiz, uzuvlarını kaybeden çocukların yüreklerinde, eksik yanlarına dokunabilmiş miydik?
Bir kolumda engelli (özel) çocuklar, bir kolumda Gazzeli çocuklar birlikte sesimize ses olun demiştik…
Ertesi gün çocuklar hediye edilen ayakkabıları ayaklarına giydirirken bir kız çocuğu bacağının birini altına sakladı. "Kuzum, uzat ayağını, ayakkabının diğerini de giydireyim," dedim. Başını salladı, ayakkabıyı elimden aldı, kendi giydi ve boynuma sarıldı. Bacağına dokundum ve yine gözlerim doldu. Babası durumu anladı, bana telefondan fotoğrafları gösterdi. Evlerine bomba atılmış, yıkıntılar arasından çok uzun zaman sonra kızını çıkarmışlar ve çocuğun bacağı protezliydi. Olduğum yere düşüp kaldım. Çocuk geldi, boynuma sarıldı, yanağımdan öptü. Bana küçük elleriyle kalp yaptı. Sanki o küçük ama kocaman yüreğiyle "güçlü ol" der gibiydi. O an kendimden utandım. Nur, yaptığın iyilik neye gitti? Sen ona bacağının başına geleni hatırlattın diye üzülürken, çocuk sana "güçlü olmanı" söylüyordu.
Uzun bir süre kendime gelemedim. Yıkıntılar arasından çıkarılan küçük bir çocuk bana tevekkülü, sabrı, metaneti, her şeye rağmen yaşamanın güzelliğini, minicik elleriyle kalp yaparak öğretmişti.
İnsanlık tarihi şu an öyle büyük bir sınav veriyor ki, tüm dünya Müslüman ülkeleri sessiz kalırken, güneş batıdan doğacak sözünü vurgularcasına bunu ispat ediyorlar. Savaş masum kadınları, çocukları göz göre göre içine alıp hedef yaparken, hangi insan hakları diye bağıran güruhtan ses çıkıyor?
Allah'ın dilsiz canlıları bile sadece karnını doyurmak için başka bir hayvana zarar verirken, bu İsrail, hayvanlardan aşağı bir canlı olmayı nasıl başarıyor, bilemiyoruz! Bu neyin kini, bu nasıl bir yaradılışa aykırı vahşet, bu nasıl bir savaş adabıdır bilinmez ama tek bildiğimiz, Batı’dan doğan güneşin doğuya biraz olsun insanlık dersi vermesidir.
Ne zaman ki bütün sivil toplum örgütlerinin tamamı tek vücut, aynı anda eş zamanlı sesini, tepkisini gösterir, boykotlarla bile olsa safını belli ederse, illaki kurşunların sayısını azaltmış olacağız. Vesselam