Kadın, hayatın sanatsal yüzüdür. İnce ince, nakış gibi işlenen, bir yanında zarafet, nezaket, masumiyet ve incelik, diğer yanında ise cesaret, fedakârlık gerektiğinde kahramanlık göstermekten çekinmeyen yürekli bir kadın.
Kadın, her türlü zorluğu kolayca def etmeyi bilir. Zoru kolaylaştırır, kolayı daha kolay yapar. Kadının yüreği kadife gibidir; bir bakmışsınız kedi gibi kıvrılmış, bir bakmışsınız aslan gibi pençesini çıkarmış, sevdiklerini korumak için güç kazanmış.
Kadın, merhametin, şefkatin, sevginin gereğidir; özünde kalbi, beyninden daha yüce görülür. Yılların acımasızlığına meydan okuyarak bütün rollere sahip çıkıp, kalbine bütün sevgileri toplayarak Voltran misali parçaları bir araya getirerek "Ben kadınım!" diyebilmiştir.
Kadın; annedir, kardeştir, eştir, evlattır. Bir de yalnız kaldığında çocuklarıyla birlikte hayatın kahramanlarını oynarlar, her türlü güçlüğün altından kalkarlar. Güçlüdür, güçlü olmak zorundadır. Hayat ona beklemediği, ummadığı görevler yüklemektedir. Gerektiğinde baba rolünü de üstlenmiştir. Yetim anası olmak belki de verilen en ağır görevdir. "El alem ne der" endişesine bürünerek, bir gülümsemeyi bile kendilerine çok görürler ve görünmez kalkanlarını çekip hayata kendi savunma duvarlarından bakarlar.
Susarak, sessiz çığlıklarına saklanarak gözyaşlarını yüreklerinin derinlerine akıtırlar. Kuytu köşeler ararlar, kendilerini üzmelerinden korkarlar. Oysa ki anneler, özlerinde çok cesurdurlar. Anaç ruhları her zaman ailesini ve evlatlarını korumaya programlıdır. Asla sabahladığı gecelere, bebeklerinin bezini değiştirdiği vakitlere, sürekli emzirdiği günlere, doğum sancısına bile şikâyet etmezler. Aksine biberon elinde, "Sıcak mı, soğuk mu?" telaşıyla bir çift gülen göze bakmanın mutluluğuyla, "Bu benim mi, Ya Rabbi?" demenin gururuyla hayata daha sıkı tutunurlar.
Kadın, elmas kadar güzel ve keskin; gelincik kadar narin ve zariftir aslında. Sevmek, sevilmek, sahiplenilmek ister. Bir o kadar da ayakları üstünde güçlü durmak, namerde muhtaç olmamak ve yuvasının temel direği olmak ister.
Kadına dair söylenecek ne varsa hayatta, kadın bunların hepsini bir bir hak etmiştir. Sevmiştir, çünkü sevilmiştir; güvenilmiştir, çünkü güvenmiştir; mutlu olmuştur, çünkü mutlu etmeyi bilmiştir. Kadın olmanın güzelliklerini ve zorluklarını saymakla bitmez. Kadına malzemeyi verin; sevgisini katık edip şarkılarla evin içinde salınarak yemek yapsın. Kadına sevgiyi verin; imkansızlıkları aşıp, yokluk içerisinde ekmeğini yarıya bölerek, evlatları için yuva yapsın. Kadına bir çöp verseniz, size bir ev verir; yıkıntılar arasından bile bir şaheser çıkarır.
Kadın, ayakları altında cennet vaat edilen varlık... Gönüller sultanı Hz. Muhammed'i doğuran da bir kadındır. Kadın ve erkek arasında üstünlük kavramı, takva ile belirlenir; yani iyilikleri, güzellikleri ve yardımlarıyla. Kadın ve erkek birbirini tamamlayan elmanın iki yarısıdır. Adil ve adaletli olmak her ikisinin haklarında başlar. Eşine sevgiyle yaklaşmak, bir kadının veya erkeğin güçsüzlüğünü değil, sevgisinin gücünü göstermez mi?
Kadın, hayatı zorluklarla geçen, sessiz çığlığını içine gömüp "Rabbim, senden yardım istiyorum; dardayım, bana yardım et." diye dua eden kişidir. Kadın olmanın yanı sıra diğer kadınlara da destek olmak, yaradılışımızın gereğidir. Ancak bir kadının bir kadına verdiği zarar, belki de bir erkeğin vereceğinden daha ağır olabilir.
Birçok boşanma sürecinde her iki taraf da iftiralarla karşılaşabiliyor. Kadın ve erkek arasındaki bu adaletin eksik yanları, iftira ile kalpleri yaralıyor, yaşlılar kendilerini savunamıyor. Velhasıl, "Kadın" kelimesine romanlar kadar güzellikler yazılabilirken, kötü kavramları yakıştıramıyoruz. Kadın, herkesin hayali olmalı; ama kimsenin hikayesi olmamalı.
Kadın, güçlü bir ruha ve yaradılışa sahip; tüm güzellikler yaşamda kadına dair...