Oysa aceleye gelmez hayat…
Acele yürünmez ki sokaklar. Hızla aldığımız her adım körleştirir bizi. Sokağın sonuna ulaşmak olur hedefimiz ve oradadır gözümüz. Yolda kaldırımlar, evler ve her evin bir hikâyesi var rengârenk. Balkonlarında pencere kenarlarında saksılar, sarkıyorlar bazıları özgür olmak ister gibi. Çeşit çeşit perdeler, bazıları dünyaya açık ve meraklı, yolcuları merak edip izliyor. Camı ne kadar temizse o kadar temiz görüyor iz bırakanları. Kapalı olanlar kendi dünyasında ve merak etmiyor dışarıyı. Pişirdiği yemeğin kokusuyla, yeni değiştirdiği nevresiminin ferahlığıyla mutludurlar belki.
Bazen evlerin önündedir ayakkabılar ve terlikler. Sahiplerinin ayak şekline bürünmüş kalıpları ve sahiplerinin özendikleri kadar, görüntüleriyle çeşitlendiriyorlar sokağı. Her an dışarıya çıkmaya hazır zaman kaybetmemek için dururlar sanki. İçeride dip köşe bekleyen arkadaşları gibi evcil değildirler.
Geçilen sokaklarda iz bırakanlar sadece izleyicidirler.
Aynı sokaklardan başka kişilerle yürüdüm yıllarca ve heyecanla. Camlarının arkasından izlediler beni sessizce. Unuttum. Şimdi adını bile hatırlamadığım kişilerle adımladığım sokaklarda hayatın her yerine yetişmeye çalışıyordum. Ağaçların gövdesinde duruyordu bakışlarım, benimle birlikte büyüdüler bu şehirde. Kuşlar beni görüp seslendi ve hâlâ fısıldıyorlar kulağıma. Ne anlatıyor bana bu şehir ve bu sokaklar? Bana mı ait, ben mi aidim bu şehre? Sallandığım salıncaklar büyüttü belki beni. Kaydırakta kayar gibi kaymaya mı çalışıyorum hâlâ hayattan?
Suskun bu şehir. Ağaçlarında yaşayan papağanlara rağmen suskun bu şehir. Anlatmak istemiyor sırlarını. Öyle, çok dolmuş ama kusmaya yeri yok sanki. Hangi sokağa baksam kim var bilmiyorum şimdi. Bu şehirde her şey değişti ben fark etmeden. Neresine neresinden baksam benim, penceremden gördüğüm kadar dünya. Her sabah aynı yerden doğuyor ve batıyor güneş. Bu şehirde bana ait olan ve güven duyduğum tek şey gökyüzü sanki.
Yolcuları var gelip giden, hem içine hem dışına. Önceden geçtiğimiz sokakların güzel yanlarıyla kıyaslıyoruz ara sıra. Her sokağın kendine özgü olduğunu, sevmediğimiz yanlarıyla bütün olduğunu ve zaman geçtikçe güzellikleri unuttuğumuzu kabullenemiyoruz. O sokağa aittik, sokak şehre aitti, şehir biz demekti. Çok sevdiğimizi söylüyor fakat özenli davranmıyor, aldatıyorduk. İçimizin pisliğini atınca arınacağımızı sanıp çöplerimizi sıkıştırıyorduk sağına soluna. Oysa sevmek eylem gerektirir. Süslü kelimeler duymak değil, özen görmek ister sevilen.
Kimseye böyle yapmadım ben. Ne bu sokaklara ne sevdiklerime, eylemle desteklemediğim sözler vermedim ve söylemedim. Öncelik olmayarak, saygı duyulmayarak geçirdiğim günlerime bile kötü davranışlar eklemedim. Var olduğu için saygı gösterdim. Onların hayatındaki yolculuğuma kötü izler bırakmak istemedim.
O sokaklarda ne aradığımı bilmeden dolaştığım günlerden bir gün, bir esinti çarpı yüzüme… Yaz sıcağında aniden çıkıp ferahlatan bir rüzgâr gibiydi. Beklenmeden gelen. Hayatın gölgesinde yürürken, “ olsa da olur olmasa da” dediklerimizden sıyrılıp en olmuş olarak gelen. Aklıma gelişleriyle birlikte gülümserken fark ediyordum kendimi. İçime bir tohum attı varlığıyla ve tomurcuklanma heyecanı sardı her yanı. Bilmeseydim varlığını, hayalim olmazdı çiçek açmak için. Yerleşmeye çalışmazdım gözlerinin bahçesine.
Çoktan bir bahane bulup kaçardım aslında ama bu sefer olmadı. Yakalandım, yapamadım. Kaçmak için kabul edeceğim kusurlar aramadım, olanları da görmedim. Ne varsa hoştu. Güzeldi mesela elleri, ellerinin yanağımda olmasının ihtimalini sevdim. Gülüşlerini sevdim, dudağının kenarında durup bakıyorlardı bana. Sesini dinlerken akıyordu cümleler masal anlatır gibiydi, noktası virgülü yerli yerindeydi. Sevmeye niyet ettim.
Sonra ne olduysa mantık girdi devreye. Dingileştim. Sakinleşti karşısında titreyen ellerim. Korktum. Çok sevmekten, severek zarar vermekten, yüklerine yük eklemekten korktum. Hayatında bir vardım bir yoktum. Olmasam da olur muydum? Aynı yolun sonuna sığar mıydı hayallerimiz? Oysa ellerimiz birleşince güçlü olurduk mutlaka, birlikte daha sağlam varırdık gün sonlarına. Huzura yatkın esnemeler eklerdik belki uykularmıza. Hoş gelirdim, hoş gelirdin varlığıma.
Yine umut dolu bu sokaklar ve bu şehir. Kimi fısıldıyorlar bu sefer? Mantığımın dur dediği yerde kulak versem kalbimin sesine… Kendini iyi hissettiği yeri sevmek istiyor insan. Aslında durduğum yerde, bana iyi geleni sevmeyi bekleyen bu şehrin sokakları gibiyim ben de.
“Gördüğün yerdeyim, bana bak, geldim. Bırak kendini, bırak bütün yaralarımızı birbirimizle iyileştirelim. Anlıyorum seni, sen de anla beni. Ay ın çevresindeki ışık gibisin. Gücünün sadece kendine yettiğini sanıyorsun ama her yeri sarıyor ışıl ışıl gözlerin. Bulutlara karışır gibi karış bana. Bu şehir derya deniz bizim gibi olanlara. Daha kaç birbirimiz gibi tevafuk sığacak hayatına? Yorgun yıllardan geçip ulaştık karşı karşıya. Zamanın önünden gitmek, tebessüm eklemek varken akşamlarımıza… Bir gün sen bir gün ben sulayayım saksıdaki çiçekleri. Aç perdeleri ve camları temizle. Evdeki yemeğin kokusuna ekle tabağını. Yeni değiştirilmiş nevresimi ört üzerine. Ayakkabılarımız yan yana dursun kapı önlerinde.”
Sokaklarda birbirimizi izlemektense, bu şehre birlikte iz bırakmaya değeriz bence.