Ben bir tam yarım notaydım. Sonra yanıma iki çeyreklik yarım nota eklendi, ikinci yarınım der gibiydi. Portremiz yolumuzdu, müzik ise biz. Birlikte bir şarkı mırıldanmaya başladık. Ne zaman biteceği belli olmayan bir şarkıyı besteliyorduk. Ben çalıyordum o söylüyordu. Ben söylüyordum o çalıyordu. Hiç bıkmadan birbirimizi dinliyorduk, üstelik ezbere değil her defasında ilk kez gibi.
Oluruna bıraktıkça rengârenk çiçekleniyordu dünyamız. Dışımız yemyeşildi, kimse bilmezdi içimizin keskinliğini. İçimizin yolları her zaman düz değildi. Hayat vardı, telaş vardı… Duruyorduk kalkıyorduk ama yoldan vazgeçmiyorduk. Birlikte yürüdükçe güzelleşiyordu şarkımız ve yollarımız. Kışın ortasında bahar yaşıyor, etrafımıza ışığımızı saçıyorduk. Biz dünyaya, dünya bize dönüyordu. Varlığını katıp harmanlayarak selamlıyordum her yeni günü ve gün “bizim” günümüz oluyordu.
Alışkın değildim ben buna. Telaşa dönüşen şaşkınlığımla afallıyordum bazen. Kestiler, diktiler, içime ne hikâyeler eklediler yıllarca. Hep deniz olmaya çalıştım. Kirli nehirleri içime almak için değil. İçime girdiklerinde etkilenmeyeyim, bulanıklık bile yapmasın diye. En güzel hediye öncelikti aslında anlayana. Har kullanıldığım da hor kullanıldığım da zamanlarım oldu. Bazen gidenlerin, gelene bıraktığı hediyeydim. Hiç küsmedim gidenlere ama yeni dokunan ellere alışmam güç oldu. Alışmak ve alışkanlıklarımdan ayrılmak zorunda kalmak zaten hep güç gelirdi. Nasıl olduğum pek önemsenmezdi. İşlerine yaradığım kadar görüyorlardı istediğim yüzlerimi. Kirli nefesleriyle örterlerken üzerimi hiç ses etmedim. Kirli nefeslerindeki bencilik çok kötü kokuyordu oysa.
Bir zamanlar sarı pembe mavi çiçekler açardı içim, o zamanlar farkında değildim. Çiçeklerimin renkleri soldukça, ne kadar değerli olduklarını öğrendim. Sanki ben de kaybettikçe kaybettiklerimin değerini bilenlerdendim.
Şimdi yıllar sonra yine o renklere dönmüş gibiyim. Yerimi yurdumu belledim. Bencillik ve egolarına veda etmiş tertemiz bir nefes değiyor yüzüme ve dünyamı(z)ı rengârenk yaptı. Beni üzmekten korkuyordu, demek ki doğru yerdeydim. Zor yollardan geldi ve hikâyesini varlığını koydu içime. Uçarken görüp de sevdiğini kafese koymaya çalışmadı. İnandığım yolda yürürken bana kendimi güçlü hissettirdi. Yaralarımdaki dikişleri gördükçe sorgulamadan anladı sebebini. Yargılanma korkusu olmadan konuşabilmek var bir de. Beni tanımayan değil, tamamen kabul eden… Özgür bıraktıkça daha çok onun oluyorum şimdi.
Temiz havayı içime çeker gibi her detayını içime çekiyorum gözlerimle, onsuz kalan anlarımda onu düşünmek için malzemem olsun diye. Yanında olamadığım zamanlarım, yanında olmayı özlemekle geçiyor. Onu özlemek ve beklemek bile güzelleştiriyor hayatı. Şair olasım geliyor. Kimsenin kimseye söylemediği sözler yazmak istiyorum onun için.
Son yolum, son şarkım, son güvenli liman… Hiç değişmesin yerim. Yolun sonu umurumda değil. Yolun onunla olmasına ve biriktirdiklerimize hayranım, yıkıcılığımıza değil yapıcılığımıza ve özenimize hayranım. Yanına düştüm, gülüşüne düştüm, eline düştüm. Nefes oluyor, huzur veriyor. Aynı huzuru verebilmek tek istediğim.
Ben bir kitap koruyucusuydum. İçime her türlü hikâye koydular ben de korudum. Doldum, taştım, sonra uzun süre boşaldım. Boş halimi sevdim bir süreliğine. “Hayır” demeyi öğrendim. Sıradan bir kitap almadım içime epey zaman. Sonra bir gün “O” geldi. Hikâyesini hikâyeme ekledi. Artık korumuyordum, kollamıyordum. Güvenmenin rahatlığı vardı. Hem yalnız hem birlikte olabiliyorduk. Şimdi çiçekleniyor yolumuz ve gitgide güzelleşiyor şarkımız. Demleniyoruz.
Yolumuz umut dolu olsun,
Hemhal olsun,
Güzel ellerin eksilmesin üzerimden.
Baktığım yerde ol, sen dolu görsün gözlerim.
Mevsimini kaybetmiş keşiş…
Geldin ve yeniden evim oldu gökyüzü,
Yeniden evim oldu dünya.
Düşlerim koynunda uyusun,
Bu son olsun.