Takılarda bir İstanbul hikayesi
Takılarda bir İstanbul hikayesi
Tasarımcı Canan Alimdar, büyülü şehir İstanbul’u anlattığı “Evvel Zaman İçinde” koleksiyonu ile eserlerine bir yenisini daha ekledi.
Farklı isimdeki 10 seriden oluşan koleksiyonda sanatçı İstanbul’un kuruluş efsanesinden yola çıkıp bu efsane şehri tarihi evreleriyle anlatıyor. Eşi benzeri olmayan İstanbul’u evliyaları ve dedeleri, çicekleri ve balık akınları, Bizans’dan başlayıp Osmanlı ile süren ve Cumhuriyetimize de gurur kaynağı olmuş kadınları ile farklı boyutlarda irdeliyor.
Tasarımcı Canan Alimdar İstanbul ’un kuruluş efsanesinden başlayarak, görenleri adeta bir zaman tüneli ile kadim şehrin geçmişinde yolculuğa çıkardığı “Evvel Zaman İçinde” koleksiyonunu takı severlerin beğenisine sundu. Koleksiyonu hazırlarken İstanbul’un tarihi karakterlerinden, eski İstanbulluların anlattığı öykülerden, önceki nesillerin yaşadığı bolluktan, kısacası tarihteki İstanbul’dan ilham alan tasarımcı, bu eşsiz şehrin dönüşümünü, devinimini 925 ayar gümüş kullanarak tasarladığı takılara yansıtıyor.
Koleksiyonu oluşturan Masal Şehir, Derler ki, İki Kıta Bir Şehir, Rastgele, Evliyalar Şehri, Server Dede, Pazarola, Çalgı Çengi, Kırk Gün Kırk Gece ve Çiçeklerden Bir Taç serilerine dair hikâyeler, Canan Alimdar’ın eserlerinin çıkış noktasını oluşturuyor.
Tarih içindeki İstanbul, Alimdar’ın tasarımları ile yeniden doğdu
Takı tasarımında 16 yılını tamamlayan Canan Alimdar, “Evvel Zaman İçinde” koleksiyonunda kendi şehri İstanbul’u zanaatıyla yorumluyor. Her parça, İstanbul’u bir başka zaman diliminde, bir başka mahallede anlatıyor. Bu koleksiyonu hazırlarken İstanbul’un bilinen özellikleri yerine, şehrin tarihi karakterlerini, eski İstanbulluların anlattığı öyküleri, palamutun, toriğin bolluk içinde geldiği dönemleri, kısacası tarih içindeki İstanbul’u ve bu eşsiz şehrin evrimleşmesini takılara yansıtıyor.
Tasarımcı, daha önceki koleksiyonlarında olduğu gibi, ön hazırlık aşamasında sanat tarihçiler, arkeologlar ve tarih bilimcileri ile çalışarak, farklı kaynakları okuyarak bu güzelim şehir ile ilgili çok detaylı bilgi topladı. Tasarımcı Canan Alimdar “Neden İstanbul” sorusunu şöyle ise yanıtlıyor: “Dünyanın başka hiçbir şehri İstanbul gibi Megaralılardan Bizans’a, Bizans’tan Osmanlı’ya dünya tarihine damgasını vuran imparatorluklara beşik olmadığı için… Dünyanın hiçbir şehri iki kıtayı birbirine bağlamadığı için… İstanbul, benim için hala büyülü bir masal şehri; farklı kültürleri, farklı dinleri, farklı dilleri yüzyıllarca bağrına basıp hala hepimizin kulağına farklı şarkıları, farklı masalları hep aynı ihtişamla fısıldayabilen bir efsane…”
1-Masal Şehir – İo Gerdanlık
2-Derler ki – Haliç Zinciri Kolye
3-Rastgele – Palamut Akını Kolyeler
4-Rastgele – Palamut Akını Sikke Kolye
5- Evliyalar Şehri – Laleli Baba Kolye
6-Çalgı Çengi – Kasebaz Kadın Broş
7-Çiçeklerden Bir Taç – Mimoza Kolye ve Yüzükler
8-Evliyalar Şehri – Laleli Baba Kelepçe Bileklik 7.000.- TL 925 Ayar Gümüş, Rodyum Kaplama
9-Evliyalar Şehri – Laleli Baba Küpe 1.350.- TL 925 Ayar Gümüş, Rodyum Kaplama
10-Rastgele – Bereket Boynuzu Broş 1.350.- TL 925 Ayar Gümüş, Rodyum ve Altın Kaplama
11-Çiçeklerden Bir Taç – Mimoza Yüzük 950.- TL 925 Ayar Gümüş, Rodyum ve Altın Kaplama
12-Çalgı Çengi – Kasebaz Kadın Broş 1.250.- TL 925 Ayar Gümüş, Rodyum Kaplama
EVVEL ZAMAN İÇİNDE
Masal şehri İstanbul... Megaralılardan Bizans’a, Bizans’tan Osmanlı’ya dünya tarihine damgasını vuran imparatorluklara beşik olmuş, iki kıtayı birbirine bağlamış, farklı kültürleri farklı dinleri farklı dilleri yüzyıllarca bağrına basıp hala hepimizin kulağına bambaşka şarkıları, masalları hep aynı ihtişamla fısıldayabilen bir efsane…
Taşı toprağı hep altın olmuş, yüzyıllar boyu göçmüş insanoğlu İstanbul’a. Efsane şehrin bereketi, bolluğu denizinden çıkan balığına, her dilden her dinden toprağını paylaşan insanına yansımış. Bu renkli insan topluluğu apayrı zenginlik katmış güzelim şehrin kültürüne. Yüzyıllarca da komşu olunmuş barış içinde, evden eve aşureler, topikler, mantılar, börekitaslar, dolmalar, sevgiler aktarılmış komşu tabaklarında.
Tasarımcı bu koleksiyonu hazırlarken İstanbul’un tarihi karakterlerinden, eski İstanbulluların anlattığı öykülerden, önceki nesillerin yaşadığı bolluktan, kısacası tarihteki İstanbul’dan ilham almış ve bu eşsiz şehrin dönüşümünü, devinimini tasarladığı takılara yansıtmış.
MASAL ŞEHİR
İstanbul... Tarihi efsanelerle yoğrulmuş bir kuruluş hikayesi...
Koleksiyon Zeus ve İo’nun aşkını anlatan şehrin kuruluş efsanesi ile başlar. Zeus Argos kralı İnakhos’un kızı İo’ya aşık olur, biricik karısı Hera’nın da hışmından korktuğundan Io’yu tanınmasın diye beyaz bir ineğe çevirir. Durumu fark eden Hera bin gözlü dev Argos’u nöbetçi yapar ineğin başına. Çaresiz kalan Zeus Hermes’ten yardım ister. Hermes büyüleyip uyutarak öldürür Argos’u. Hera çok üzülür buna ve alır devin gözlerini koyar tavus kuşunun kuyruğuna, rengarenk... (Tavus kuşu Hera’nın simgelerinden biridir efsanelerde) At sinekleri salar bu defa Io’nun üzerine Hera, bu acıya dayanamayan İo kıtadan kıtaya koşar ve boğazdan geçerek Haliç’e (Altın Boynuz/Keroessa) varır. Boğazın adı Bosphorus-inek geçididir o günden sonra...
İo’nun Zeus’tan bir kızı olur Haliç’te, öyle güzeldir ki Haliç kızının adını Keras koyar...
Keras Poseidon’a aşık olur, ondan bir oğlu olur, Byzas...
İşte bu masal şehir güçlü bir asker olan genç Byzas’ın ellerinde kurulur ve tarihi boyunca tüm medeniyetlerin sahip olmak istediği, özenilen, kıskanılan, yaşanılası bir şehir olarak sürdürür varlığını...
DERLER Kİ
En eski zamanlardan beri hep gözbebeğiydi İstanbul insanoğlunun. Her medeniyet ona sahip olmak için türlü yollar denedi.
Ortaçağın en iyi korunan şehri olsa da Haliç en zayıf noktasıydı İstanbul’un. Bir çare bulunmalıydı Haliç’e kadar gelen gemileri durdurmak için. Harika bir fikir bulundu sonunda. Galata ve Sarayburnu arasına çok iri baklalardan yapılmış bir zincir çekildi. Büyük demir kancalarla birbirine bağlanmış bir zincir...
İstanbul’a sahip olmayı kafasına koymuştu Sultan II. Mehmet , hayalindeki Cihan imparatorluğu için İstanbul olmazsa olmazıydı.
Geçemedi ama Haliç zincirini, çaresiz kaldığı anda aklına gemileri karadan yürütmek geldi ve başardı, alınamayan, feth edilemeyen İstanbul, alınmıştı feth edilmişti, İstanbul Osmanlı’nındı artık!
Çağ kapayıp yenisini açan padişah olarak geçti tarihe Fatih Sultan Mehmet ve Haliç zinciri İstanbul’un fethinin sembolik göstergelerinden biri oldu.
İKİ KITA BİR ŞEHİR
İçinden deniz geçen, iki kıtada toprağı olan, görenleri büyüleyen şehir, İstanbul...
Ve iki kıtayı ayıran, aynı zamanda köprüleriyle birbirine bağlayan İstanbul Boğazı...
Mitolojide hüzünlü bir aşk hikayesiyle oluştuğu söylenir, gerçekte çöken alanın Karadeniz ve Marmara suları ile dolmasıyla oluştuğu bilinir.
İlk ayak basıldığı günden itibaren sahibi olmak için yarışan medeniyetlerin hüzün ve sevinç hatıralarıyla doludur, bir çok sanatçının eserine ilham kaynağı olmuştur.
İki kıtanın birbirine bağlanması için ne çok uğraşmıştır insanoğlu...
İlk başarılı köprüyü birbirine kıskaçlarla çengellenen gemilerle yapmıştı Persler MÖ 512’de. Gemileri birbirine bağlayan halatlar keten, kenevir lifleri ve papirüstendi.
Tarihi masal İstanbul ve masal köprü...
Zamanla çok modernleri yapılsa da muhteşem boğazın üstünde o ilk köprüyü hayal etmek ne büyüleyici...
RASTGELE
İstanbul Antik Çağdan günümüze kadar boğazıyla anılmıştır daima. Bolluk, bereket sembolü olmuştur konumu ile... İstanbul’un Şans Tanrıçası Thyke’nin elindeki Kornikopia palamutla doludur. Şehrin tuzlu sularında dolaşan balıkları rivayete göre Bizans halkını kuşatmalarda açlıktan kurtarmıştır.
Palamut İstanbul’a Bizans’tan miras kalmış, Bizanslıların 'Palamydes' i bizim palamudumuz olmuş… Haliç’in ‘Altınboynuz’ isminin ondan geldiği rivayet edilir. Palamut o kadar çoktur ki, Haliç’e güneş vurduğunda kıpır kıpır balıklar altın rengini verir suya. Kaynaklar palamudun çıplak elle yakalanacak kadar bol olduğunu anlatır o zamanlar. Bizantion’un Roma İmparatorluk döneminde basılan sikkelerinde palamut kabartmaları yer almıştır. İstanbul halkı dededen babadan öğrendiği gibi gereğinden fazlasını avlamazdı ki palamutlar büyüyüp torik olsun, lakerdalar eşlik etsin rakıya çilingir sofralarında.
EVLİYALAR ŞEHRİ
Yalnızca Allah’a güvenen, haktan aldığını halka veren evliyalar her daim insan ruhunun koruyucusu olmuşlardır. İstanbul’un evliyaları o kadar çoktur ki hep sığınacak limanları vardır yaşayanlarının.
Ayakkabı tamirciliği yapan Laleli Baba İstanbul’un en önemli velilerindendir. Lale motifiyle bezeli cübbesinin ön cebinde daima bir lale taşır, bu yüzden Laleli Baba derler ona. Bütün gün caminin karşısında oturmasına rağmen hiç namaza gitmediği için dinsiz sanılır. Bu kötü ünü padişahın annesinin kulağına kadar gider. Hesap sormaya gelir Valide Sultan. Güzel, kocaman bir gülümsemeyle karşılar onu Laleli Baba,”kapa gözlerini sultanım” der. Gözlerini tekrar açtıklarında bembeyaz giysiler içinde Kabe’de birlikte namaz kılmaktadırlar. İnanamaz Valide Sultan. “Sen Allah’ın has kuluymuşsun meğerse” der. Anlar ki hiç bir şey aslında göründüğü gibi değil. Ünü iyice artar Laleli Babanın, hastalandığı bir zaman dua ederek iyileştirince onu, minnettar olur Sultan III. Mustafa ve yaptırdığı camiye Laleli Baba Camii adını verir; sonra da bütün semt Laleli adıyla anılmaya başlar. Türbesi günümüzde de umut, şifa, huzur arayan insanlar tarafından daima ziyaret edilir.
SERVER DEDE
Sır Türkler için hakikatin kendisi, hatta devlet geleneği... Bu geleneğin simgesi Server Dede...
I. Mahmut döneminde Osmanlı İmparatorluğu’nun nüfus belgelerinden sorumlu Server Dede mühürle kapatılmış, törenle açılabilecek defterleri devlet sırrı olarak benimsemiştir. Bir gece padişahın emri ile istenen belgeyi teslim etmez görevlilere çünkü geceleri dışarı evrak çıkarmak yasaktır. Padişaha rağmen padişahın kanunlarını çiğnemez Server Dede. Buna kızan padişah boynunu vurdurur. Ser verip sır vermeyen Server Dede canından olmuş ama doğru bildiğinden asla dönmemiştir. Padişah daha sonra hatasını anlayıp çok üzülür ve Server Dede’nin mezarını Defter-i Hakani’nin içine yaptırır. O günden sonra işe yeni başlayacak memurların önce Server Dede’nin mezarına gidip dürüst ve namuslu olacaklarına söz vermeleri gelenek olmuş. Ne mutlu Server Dede gibi yolundan şaşmayanlara...
PAZAROLA
İstanbul’un Meczupları...
Tarihe baktığımızda eski İstanbul sokakları kedi ve köpekleri ile olduğu kadar her biri kendine has delileri ve meczupları ile de meşhurdur.
İstanbul’da meczuplar ermişliğin ve bilgeliğin bir çeşidi olarak görülür ve talih vesilesi kabul edilir. İnsanlar onları toplumdan soyutlamaz, hatta kimileri de şehirlerin manevi koruyucuları sayılır.
Geriye dönüp bakıldığında İstanbul’da yaşamış ve ünü günümüze ulaşmış en meşhur meczuplardan biri Pazarola Hasan Beydir. Pazarola Hasan Bey kısa boyuna kıyasla kocaman kafası ve üzerinde “maşallah” yazan bir bez sarılı fesiyle esnafın arasında güler yüzüyle “Pazar ola” diyerek dolaşırdı. Zamanla esnaf bu sözün ticaretlerinde onlara uğur getirdiğine inandı. Hatta ermiş olduğunu düşünenler bile vardı, yolunu çevirip gelecekle ilgili sorular sorarlar ve söylediklerini gerçek kabul ederlerdi. Her kesimden insanlar için bolluk bereket simgesiydi.
ÇALGI ÇENGİ
Osmanlı’nın baş şehridir İstanbul... Köçekleri, çengileri, çalgıcıları ile eğlence ve neşe doludur bir yanı.
Padişahlar sevinçlerini, mutluluklarını halkları ile paylaşır daima. Erkek evlatlarına sünnet, kızlarına düğün, zaferlerine kutlama yaparken halk hep yanındadır.
Eğlence doludur bu şenlikler...
Köçekler vardır , güzel oğlanlar kadın kılığında dans ederler.
Soytarılar taklit yapar, eğlendirirler herkesi, ne de sevimlidirler.
Hele kasebaz kadınlar, ellerindeki kaselerle hünerler sergileyip dans ederler, hayran kalır seyredenler.
Çengi kadınlar vardır, kendi içlerinde bir dünyaları olan, zarif, işveli.
Cambazlar heyecan katarlar hayata, hayvan eğitimcileri korku ile karışık bir telaş, hokkabazlar hayret, inanılmazlık, hayranlık...
Müzikle süslenir tüm bu kutlamalar, eğlenceler. Halktan da saray eşrafından da ne çoktur musikiye aşk duyanlar.
İstanbul zorluklar sıkıntılar arasında kendine bir nefes yaratır müzik ve dans ile...
KIRK GÜN KIRK GECE
Şenlik denince kırk gün kırk gece sürerdi İstanbul’da. Eğlenmek için her zaman bir neden bulunurdu. Düğünler, doğumlar, zaferler, fetihler...
Vazgeçilmez simgeleri vardı bu şenliklerin, bazıları günümüze kadar gelen. Yaşam ağacı ya da düğün mumu olarak NAHIL özellikle düğünlerin en önemli simgesiydi mesela. Erkekliğin gücü, kadının döl bolluğu, bereket anlatırdı. Kimisi metrelerce uzunluğu olan piramit şeklinde idi. Süslenirdi balmumundan yapılmış insan ve hayvan figürleri ile, yemiş, çiçek, değerli taş ve yaldızlı kağıtlarla.
Öyle ihtişamlı , göz kamaştırıcıydı ki ve yapımı o kadar maharet isterdi ki Osmanlı’da güzel sanatların bir dalı olarak kabul edilirdi.
ÇİÇEKLERDEN BİR TAÇ
Antik Çağdan günümüze İstanbul’da yaşamış muhteşem kadınlar başarılarıyla tarihte yerlerini almışlar, geçmişe değer katmışlardır.
Duygusaldır kadınlar... Antik Çağ’da yaşamış İstanbul’un ilk ozanı Moiro mesela... Şiir çiçeklerinden örülen efsanevi taçta beyaz zambaktır erkek egemen toplumdaki başarılarıyla...
Zekidir... Anna Komnenos gibi... Bizans’ın ilk kadın tarihçisidir. Bugün bile Haçlı Seferlerini onun eseri Alexiad anlatır bize...
Cesurdur... İlk kadın Divan şairi Mihri Hatun gibi... Erkek şairlerin bile cesaret edemediği dilde anlatmıştır gerçek aşkı. Adının Venüs kraterlerinden birine verilmesi ne gurur vericidir.
Vicdanlıdır... Rahibe Kalfayan gibi... Kimsesiz kızlara ekmek kapısı olsun diye el işi öğretmekle başlayan serüveni bugün hala fakir ve öksüz çocukları koruyan bir vakfa dönüşmüştür.
Yeteneklidir... Türkiye’de çağdaş resim çalışmalarını ilk başlatan kadın ressam Mihri Müşfik Hanım gibi... Portreleriyle ünlüdür, döneminde Güzel Sanatlar Akademisi’nin ilk kadın yöneticisi olarak ne çok ressam kadına ilham oldu.
Ve Türkan Saylan... Bilim insanı, akademisyen, Ç.Y.D.D. başkanı, bedensel ölümünden sonra bile kardelenlerin annesi...
Kadınlar... Yetersiz tüm sözcükler anlatmaya. Ya da kadınlar eşsizdir tek kelimeyle...
Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.